14 Eylül 2011 Çarşamba

Selçuklular 3 (Makale)

Bölüm 3



Malazgirt'ten Birinci Haçlı Seferi'ne (1071-1097)
Alp Arslan, barış imzalamak ve tutsak imparatoru serbest bırakmakla, kontrollü bir muzaffer komutan olduğunu gösterdi. Anlaşılan odur ki, istese yapabileceği halde, Bizans'ı yok etmek gibi bir düşünceye sahip değildi. Oğlu ve ardılı Melikşah da (1072-1092) böyle bir amaç dile getirmedi. İran ekolünden bir devlet adamı olan veziri Nizamü'l-Mülk'ün desteğiyle, öncüllerinin Maveraünnehir'den Suriye'ye kadar fethettiği toprakları güvenlik altına aldı. İmparatorluğunun sınırlarını uydu devletlerle sağlamlaştırdı ve etki alanını uzak Hicaz topraklarındaki kutsal Mekke ve Medine kentlerine kadar genişletti. Daha geç dönemde kurulan Anadolu Selçukluları'ndan farklı olarak Büyük Selçuklu denilen bu imparatorluk, Melikşah'ın ölümünden sonra hemen dağılma belirtileri gösterdi.

Bizans'ın merkezi gücü Anadolu'da 1071'den sonraki yıllarda tamamen çöktü.
Türkmen beyleri bu kaostan yararlanarak, kendi adam ve çabalarıyla Anadolu'ya sızıyorlardı. Bu harekâtın kesin döküm ve tarihleri belgelenememekle birlikte, mahiyeti ortadadır: Batıya dönük bir kavimler göçü. Türkmen beyi Çaka, kıyıda birkaç yerleşim bölgesini ele geçirdi ve yerli denizcilerle bir filo oluşturup, korsan saldırılarla Ege'yi huzursuz etmeye başladı. Kendilerini İslam mücahidi olarak gören Türkmen beyliği Danişmendliler, Anadolu'nun kuzeyinde önemli bir güce sahiptiler. Fakat aynı zamanda dört Selçuklu beyi ortaya çıkmıştı. Bunlar, halden memnun olmayan Türkmenlerin yardımıyla kuzeni Alp Arslan'a başkaldıran ve bu uğurda can veren Kutalmış'ın oğullarıydı; babalarının bu durumu onlara Anadolu yaylasının güney kıyılarında belli bir itibar kazandırmıştı. Kutalmışoğulları, Fatımîlerle bağlantı kurmayı amaçlıyorlardı, ama Süleyman hariç, hepsi Melikşah'ın takibinden kurtulamayıp öldüler.

Birlik içindeki bir Bizans, rahatlıkla Türkmen akınına karşı koyabilirdi, ancak general ve bürokratlar arasındaki iç savaş artan şiddetiyle devam etti. Tutsaklıktan kurtulan İmparator Romanos'un gözlerine rakipleri tarafından mil çekildi ve bu kötü muamele sonucunda öldü. Veliahtlık iddiasında bulunanlar, Türkmenlerin desteğine gereksinme duyuyor, Türkmen beyleri de böylece yeni yeni kentleri ele geçirme fırsatını yakalıyorlardı. Bu bağlamda Süleyman, Nikaia'ya (İznik) yerleşti ve böylece Rum Selçuklu Sultanlığı'nın, yani Roma İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde bulunan Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nın kurucusu oldu. Dikkati çeken önemli husus, Sultanlık unvanını veren bu kez Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile ittifak eden halife değil, aksine Anadolu Selçukluları'nı o zamanlar henüz güçlü olan Danişmendlilere karşı kullanmayı uman Bizans diplomasisi olmuştu.

Askeriyenin ve toprak ağalarının temsilcisi olan imparator Aleksios I. Komnenos'un (1081-1118) yönetiminde Bizans yeniden istikrara kavuştu, ve 1086'da imparatorluğun batıdaki en tehlikeli düşmanı olan Norman kontu Robert Guiscard aniden öldü. Türkmenlere gelince; imparator biliyordu ki, daha önce IV. Romanos'un da denediği gibi, büyük bir askerî saldırıyla bile bu işin üstesinden gelinemezdi. Aleksios, Süleyman'la bir tür saldırmazlık antlaşması (Modus vivendi) imzaladı; bu da kendisine doğuda gücünü genişletme olanağı veriyordu. Bu ise Melikşah ile sürtüşmeye yol açtı. Süleyman 1086'da Büyük Selçuklu ordusuyla giriştiği bir savaşta öldü. Genç oğlu Kılıç Arslan esir alındı. Türkmenleri kontrol altında tutmayı önemsediği ve yeni bir Selçuklu hanedanlığı ile doğacak rekabeti önlemek için her şeyini ortaya koyduğu halde, Melikşah bu ülkeyi doğrudan işgal etmeyi düşünmedi. Hatta Aleksios'a bir antlaşma önerdi, ancak temkinli imparator bunu imzalamayı, Sultanın ölümüne kadar erteledi. I. Kılıç Arslan (1092-1107), daha sonra babasının mirasını üstlenebildi, ancak hem Bizans'ın hem de Büyük Selçukluların desteklediği Danişmendlilerin tehdidi altındaydı.

Birinci Haçlı Seferi'nden İstanbul'un Fethine (1097-1204)
Anadolu'da küçük adımlar stratejisi uygulayan Aleksios, İstanbul'un kapıları önüne kadar gelmiş olan büyük Haçlı Orduları tarafından ciddi biçimde rahatsız ediliyordu. Karakteristik özelliği olan diplomasi sanatındaki ustalığıyla, Anadolu'yu ele geçirmek değil, geçiş yolu olarak kullanmak isteyen Haçlıların savaş gücünden, kendi planları doğrultusunda yararlandı. 1097'de İznik'i, kısa bir süre içinde de Anadolu'nun tüm kıyılarını yeniden ele geçirdi. Türkmenler böylece Anadolu'nun içlerine hapsedilmiş ve yeni oluşan Haçlı devletleri sayesinde klasik İslam ülkeleriyle olan bağlantıları kesilmişti. Başkenti Ikonion'a (Konya) kaydıran Anadolu Selçukluları için ise Danişmendlilerle sürtüşme ana sorunu oluşturuyordu. İran'daki Büyük Selçuklu kuzenleriyle olan ilişkileri ise her zamanki gibi kötüydü. Sonunda I. Kılıç Arslan da tıpkı bir zamanlar babası gibi bunlara karşı savaşırken öldü. İmparator İoannes Komnenos'un (1118-1143) Anadolu'nun güney kıyılarında başarıyla yürüttüğü kara harekâtları, Anadolu Selçukluları ile Danişmendlilerin zaman zaman birlikte hareket etmelerine neden oldu. 1141'de son önemli Danişmendlinin ölümünden sonra durum değişti. Anadolu Selçukluları sultanı II. Kılıç Arslan (1156-1192) artık Anadolu topraklarındaki en önemli İslam hükümdarı haline geldi. Bizans tarafında, doğu Akdeniz havzasında en kudretli ve saygın Hıristiyan monark olan imparator Manuel I. Komnenos (1143-1180), Türklere karşı askerî bir harekâtı gerçekleştirebilmek için yeteri kadar güçlüydü. Ancak 1176 tarihinde felaketle sonuçlanan ve ikinci Malazgirt olarak nitelenen Myriokephalon (Sultan Dağı üzerinde bir boğaz) Savaşı, bunun için artık çok geç olduğunu açıkça ortaya koydu. Sultan doğudaki küçük Türk beylikleriyle savaşlarında daha serbest hareket edebilmek uğruna bu zaferden gerçi tam olarak yararlanmadı, ama Türkmenlerin Batı Anadolu'ya gerçekleştirdikleri ani akınları önlemek için de ne istekli ne de buna muktedirdi. II. Kılıç Arslan'ın 1186'da belli ki, göçebe miras uygulamasına dayanarak imparatorluğu 10 oğlu arasında paylaştırması, herkesin herkesle çatışmasına neden oldu. Bu, zayıflamış Bizanslıların değil, Kilikya Ermenilerinin lehine oldu; Hükümdarları II. Leon (1187-1219), Antakya Prensliği'nin hamisi olarak ortaya çıktı ve 1198'de Kutsal Roma-Cermen İmparatoru VI. Heinrich'in elinden krallık tacı giydi. Anadolu Selçukluları'nda en nihayet I. Keyhüsrev'le (1204-1211) tek hükümdarlık sistemi yerleşmiş oldu. 1204'te İstanbul, tarihinde ilk kez bir dış düşman tarafından fethedildi. Ama Müslümanlar ya da dinsizler değil, Dördüncü Haçlı Seferi'ne katılanlar tarafından. Bu, Bizanslılar ve Romalılar arasında yüzyıllardır süregelen ve Haçlı seferlerinin beklentileri karşılamaması dolayısıyla derinleşen güvensizliğin bir sonucuydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link