14 Eylül 2011 Çarşamba

Selçuklular 2 (Makale)

Bölüm 2



1071'den Önce TürklerTürkmenler ve Selçuklular
Türk boylarının daha 6. yüzyılda, İstemi Han (ölümü 576) yönetiminde, Altaylar'dan Volga kıyısına kadar uzanan bir devleti vardı. Geçici bir süre Çin hâkimiyetinde kaldıktan sonra, bugünkü Moğolistan'da 744'e kadar varlığını koruyan başka bir devlet kurdular; Orhun nehri kıyısında bulunan yazıtlar işte bu dönemle ilişkilidir. Bu bozkır devletleri, boyların federasyonu biçiminde, bir beylik etrafında birleşmeyle meydana geliyor, bu beyliğin başı da bütün boyların lideri oluyordu. Boylar, oymak ve obalardan oluşuyor, birey ise doğuştan itibaren karışık bir haklar ve görevler sistemi içinde yerini alıyordu. Orta Asya'da her ne kadar kentler ve tarım alanları var idiyse de, yine de göçebeler hayvan yetiştiricisi olarak toplumun ekonomik, okçu süvari olarak da askerin çekirdeğini oluşturmaktaydılar. Göçebeler, hanlarından sadece korunma değil, aynı zamanda savaşta başarı ve buna bağlı olarak da ganimet beklerlerdi.

İslamî yayılma, İran'ın kuzey doğusunda Türk boylarıyla karşı karşıya geldi. Abbasî halifeleri ve daha sonra diğer Müslüman yöneticiler, Türklerin askerî yeteneğini gördüler. Türk kölemenlerden kendilerine ordu kurdular; Türkler ise beklentilerin aksine, efendilerini iktidardan indirmeye eğilimliydiler. Böylece 10. ve 11. yüzyıllarda Türk asker kölemenlerden ortaya çıkan Gazneli hanedanlığı, Hindistan ile Hazar Denizi arasındaki büyük bir bölgeye hâkim oldular; emirleri altındaki insanlar ise Türk değil, diğer yerli Müslümanlardı.

Türk boylarının Şaman inancı, misyoner faaliyetlerini hoş gördüğü için, bunlar arasında Nestoryanik Hıristiyanlık, Budizm ve İslam gibi dinler kolaylıkla kabul görmeye başladı. Boylar halinde yaşayan Müslüman Türk göçebeler için "Türkmen" nitelemesi kullanılır oldu. Bu müslümanlık, Ortodoks olmayan, kısmen Heterodoks bir İslam anlayışı idi ki, Türkler bunu gezgin dervişlerden ve gezici tacirlerden, ilkel biçimiyle dinin inceliklerine vakıf olmadan öğrenmişlerdi[1]. Bu şekilde göçebeler arasında hep gündemde olan ganimet savaşları, dinsel bir gerekçeye de kavuşmuştu. İslam topraklarının sınırlarında kâfirlere karşı savaşan erkekler artık "Gazi" unvanı taşıyorlardı (Arapça "gaza" kökünden gelir, Avrupa dillerine ise "Razzia" şeklinde girmiştir).

10. yüzyılda Maveraünnehir'e hâkim olan Karahanlı federatif devletini, bazı haklı gerekçelerle ilk Türk-İslam devleti olarak gösterebiliriz. Bunların daha kuzeyinde Sir Derya'nın aşağı mecrasında aynı şekilde Oğuz Türkleri bulunuyordu. 1000 yılı civarında, Kınık boyundan olup, adıyla anılan hanedanlığın babası olan Oğuz beyi Selçuk, tebaasına örnek olarak İslam dinine geçti. Ardılları Tuğrul Beg (ö. 1063) ve Çağrı Beg (ö. 1058), Gaznelilerin hizmetine geçtiler. Horasan ve Harezm'de öyle yerleştiler ki, Türkmenlerin kültürel açıdan ileri olan bu ülkeye verdiği zararlardan ötürü, çekilmez hale geldiler. Onlardan kurtulmak yönünde tüm çabalar boşa gitti. Gazneli Mesud'a savaş alanında galip gelen hep Selçuklular olmuştur. Tuğrul Beg, fetih çalışmalarında tedbiren Bağdat'ta Şiî  Büveyhîlerin himayesinde bulunan halifenin onayını alıyordu. Büveyhîleri 1055 yılında devirdi ve halife ona Sultan unvanını verdi. Bundan böyle Selçuklu tarihinde Sünnî inanca angaje olmaklık, belirgin biçimde izlenebilir; ancak bu, dinsel bağnazlıkla değil, daha çok siyasal hesaplarla ilgili bir tutumdur. Çünkü Selçukluları ilgilendiren husus, Şiî yöneticilerin yerine geçmekti. Çok kısa bir zamanda Selçuklular fethettikleri ülkelerin kültürel geleneklerini kabullendiler; bu ise onları kendi boydaşlarıyla karşı karşıya getirdi. Çünkü Türkmenler Sünnî karakterli büyük bir İslam devletinden ziyade, hayvanları için otlak yeriyle ilgileniyorlardı. Tuğrul Beg ve onun ardılı Alp Arslan (1063-1072), kontrolü zor, ama savaşçı olarak vazgeçilmez olan bu Türkmenleri devletin sınır bölgelerinde tutmaya çaba gösteriyorlardı. Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Azerbaycan'dan ve Kuzey Mezopotamya'dan hareketle Anadolu içlerine doğru ani akınlar düzenlendi. Afşin adlı bir Türkmen beyi, 1067-1068 yıllarında Kayseri kentini kuşatma altına aldı. Sultanın ise Anadolu'yu fethetme gibi bir amacı kanıtlanamamıştır; o daha çok Şiî Fatımîler tarafından yönetilen Mısır'ın ön bölgeleri olan Suriye ve Filistin ile ilgileniyordu. Bu savaş alanlarını ise Türkmenler hiç sevmiyordu, çünkü Orta Asya iklimine alışkın olan atları, çöl sıcağına karşı dayanıklı değildi. Diğer yanda Anadolu çok cazibeli otlak alanları sunuyordu. Alp Arslan, çok hassas bir prestij kaybını göze almaksızın, Türkmen boylarının kaderine karşı kayıtsız kalamazdı. İmparator Romanos Diogenes, Türkmenlere saldırdığında, Sultan Alp Arslan bu meydan okumayı fırsat bildi. Anadolu'nun Türkleşmesinin başlangıcı olan Malazgirt Savaşı anında, Türkmenlerin, tamamen İslamlaşmış ülkeyle olan temaslarından bu yana yüz yıl bile geçmemişti.


[1] Heterodoks sözcüğü, "farklı" anlamına gelen Yunanca heteros ve "öğreti, düşünce" anlamındaki doxa sözcüklerinden oluşur. Ana akımdan sapmış olan anlamına gelir. Bu kavram, dini gruplar arasında kendilerini kutsal metne ve din kurucusunun gösterdiği yola en uygun davranan gruplar tarafından azınlıkta kalan gruplar için kullanılmıştır. Ancak heterodoks kabul edilen gruplar kendilerini heterodoks değil aksine ortodoks (Sahih) görürler.
Bu sözcük ayrıca, belirli bir düşünce, ideoloji alanında anaakıma bağlanmayıp, merkezi iktidarın diliyle konuşmayan, farklılıklara açılan düşünme ve davranma biçimi diye de tanımlanabilir. Örneğin osmanlı iktidarının dini kimliğinin (ortodoks islam) sünniliğin hanefilik kolu olmasına karşın, imparatorluk tebası olan müslüman halkın büyük bölümünün inançları çeşitli versiyonlarıyla sufiliğin popüler veya entelektüel biçimleri, yani heterodoks islamdı (bkz: bektaşilikmevlevilikkalenderilikhurufilik).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link