Selçuklular Anadolu'da
JEAN-PIERRE BODMER
19 Ağustos 1071'de, Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın süvari ordusu, Bizans ordusunu Van Gölü'ne uzak olmayan bir mesafede bulunanMalazgirt'te yendi ve imparator IV. Romanos'u esir aldı.
1071 Öncesi Bizans İmparatorluğu
Bizans İmparatorluğu, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı idi; ama 1071'de, imparator I. Theodosios'un ölüm tarihi olan 395'te son kezulaştığı genişlikteki sınırlara sahip değildi artık. Batıda Roma devlet düzeni daha 5. yüzyılda çökmüştü. Doğuda ise Bizans İmparatorluğu'nunkarşısına Sasanîler Devleti İran'da, aynı ağırlıkta ve hatta birçok alanda benzer bir rakip olarak ortaya çıkmıştı. Bizans, Balkan sınırında daSlavların ve Asyalı Barbarların gittikçe artan tehdidini sineye çekmek durumundaydı. Gerçi imparator I. İustinianos (527-565), düzeni sağlamış vehatta batıda kaybedilen toprakları tekrar ele geçirmişti, ancak Reconquista'nın [kaybedilen toprakları geri alma girişimi] başarısı sürekli olmadı. 7.yüzyıl başında imparatorluğun nihai çöküşü herkesçe görülüyordu. Bu günlerde "kurtarıcı" olarak ortaya çıkan imparator Herakleios (610-641),diplomatik çabalarla Balkanlarda güvenliği sağladıktan sonra, Sasanîlere ‘(İran) karşı başarılı bir savaşla, 630'a kadar, kaybedilen doğueyaletlerini geri almakla kalmadı, aynı zamanda Ermenistan'da yeni toprakları da ilhak etti. Dinsel bir heyecanla yürütülen bu ölüm-kalımsavaşında, en önemli maddesini "thema sistemi"nin oluşturduğu devlet reformu büyük rol oynamıştır. "Thema" aslında ordu demekti ve sistemdeordunun birliği öngörülmekteydi; buna göre hem askerî hem de sivil yönetimin, "Strategos" denilen yetkili asker kumandanın elinde toplandığı"thema" bölgeleri yaratılmaktaydı. Sosyal temeli ise "Stratiot" denilen[1], askerlik hizmetiyle yükümlü hür köylüler oluşturmaktaydı. Çok çabukharekete geçirilebiliyor, devlete o zamana dek alışılagelen paralı ordulara göre daha az masraf çıkarıyor ve hatta düzenli vergi ödedikleri için, birmiktar gelir de sağlıyorlardı. Herakleios'un ardılları zamanında geliştirilen bu sistem öncelikle, daha sonraları devletin omurgası işlevini üstlenenAnadolu'da yürürlüğe konmuştur.
Herakleios'un başarısı İslam karşısında boşa çıktı. Çok kısa zamanda halifelerin (Dört Halife Dönemi) orduları İran'ı fethettiler; Romaİmparatorluğu'ndan Suriye ve Filistin'i (630), Mısır'ı (640) ve Afrika'nın Trablus'a kadar kuzey kıyılarını (647) kopardılar. Ancak Anadolu ve aynışekilde, ilki 674'te olmak üzere, defalarca Araplar tarafından kuşatılan başkent Konstantinopolis elde tutulabilmişti.
Toprak kayıpları imparatorluk için olumsuz etkiler yapmakla kalmadı. Özellikle Patrikhane merkezi İskenderiye, epeydir Konstantinopolis'inönceliği karşısında, Hz. İsa'nın yaratılışı hususunda farklı görüşleri savunan ulusal ve dinsel bir muhalefetin odağı durumuna gelmişti. İmparatorlar,sokaktaki insanı da, bugün tahmin edilemeyecek ölçüde meşgul eden bu soruna, konsilleri görevlendirerek, birlik sağlamak amacıyla çözümbulmaya çabalıyorlardı. Mısır'ın düşmesiyle birlikte imparatorluk 7. yüzyıl ortalarından itibaren özellikle Rum karakteri taşımaya başladı veOrtodoksluk, artık İskenderiyeli ilahiyatçılar tarafından eleştiriye uğramıyordu. Tarihsel ve siyasal ideolojisi bakımından bu Roma İmparatorluğuiçin artık "Bizans" terimi gündeme gelmişti. Kuzey Suriyeli İsauria Sülalesi zamanında (717-802) kilise barışı bir kez daha ciddi biçimde tehlikeyedüştü, çünkü bu yöneticiler herhalde başarılı bir şekilde yayılan İslam'ın da etkisiyle ikona düşmanlığı (İkonoklazma = tasvir kırıcılık) taraftarı idiler. 9. yüzyılda Ortodoksluk yeniden tesis edildi ve İslam akınları da geçici olarak durdu, öyle ki, Amorion (820-867) ve Makedonya (867-1056)sülaleleri zamanında Bizans İmparatorluğu parlak bir dönem yaşadı. "Bulgar kasabı" lakaplı II. Basileios Anadolu'yu, Balkan Yarımadası'nı veGüney İtalya'yı, Kırım'ı, Ermenistan'ı ve Suriye'nin belli bölümlerini hâkimiyeti altında tutuyordu. Zengin ve soylu aileleri karşısına almaktançekinmeyerek, popülariteyi umursamadığını açıkça belli eden bu güçlü imparator, devletin içinde çok farklı etnik, dinsel ve sosyal çıkarlararasında denge kurmayı başarmıştı. Zayıf ardılları zamanında Konstantinopolis'teki memur aristokrasisi (devlet bürokrasisi/devlet memurları sınıfı) , gücü kendi elinde topladı; bu ise sadece mücadele içinde olduğu askerî aristokrasinin değil, aynı zamanda imparatorluğun savunulmasının daaleyhine sonuç verdi. Savunmanın zaafa uğramasında kuşkusuz yüksek rütbeli askerlerin ve toprak sahiplerinin de payı vardı, çünkü Stratiotdenilen hür köylüleri, toprağa bağlı ve sadece elde edilen ürünün sahibi durumuna indirmişlerdi. Halbuki, o sıralarda Bizans, batıda Normanlar,kuzeyde Asyalı Peçenekler ve doğuda Türkler olmak üzere, tüm sınırlarında düşman veya en azından huzursuz komşuların başgöstermeyebaşladığı dikkate alınırsa, o ölçüde güçlü ve yıldırıcı bir orduya gereksinim duyuyordu. Durum, askerleri iktidardan daha fazla uzak tutmanınolanağı kalmayacak denli tehlikeli bir hal almıştı: Kapadokyalı soylu ve deneyimli bir komutan olan Romanos Diogenes, 1068'de imparator olaraktanındı. Fakat 1071'de birçok milletten gelen lejyonerlerle oluşturulan orduyla, Türklere karşı saldırıya geçtiğinde, memur aristokrasisininentrikalarıyla Romanos Diogenes'in altı çoktan oyulmaya başlanmıştı bile. Sonuç Malazgirt felaketiydi. Bizans İmparatorluğu'nun, iç ve dışsorunlarını aşmada yetersiz olduğu artık daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştı.
JEAN-PIERRE BODMER
19 Ağustos 1071'de, Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın süvari ordusu, Bizans ordusunu Van Gölü'ne uzak olmayan bir mesafede bulunanMalazgirt'te yendi ve imparator IV. Romanos'u esir aldı.
1071 Öncesi Bizans İmparatorluğu
Bizans İmparatorluğu, Kutsal Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı idi; ama 1071'de, imparator I. Theodosios'un ölüm tarihi olan 395'te son kezulaştığı genişlikteki sınırlara sahip değildi artık. Batıda Roma devlet düzeni daha 5. yüzyılda çökmüştü. Doğuda ise Bizans İmparatorluğu'nunkarşısına Sasanîler Devleti İran'da, aynı ağırlıkta ve hatta birçok alanda benzer bir rakip olarak ortaya çıkmıştı. Bizans, Balkan sınırında daSlavların ve Asyalı Barbarların gittikçe artan tehdidini sineye çekmek durumundaydı. Gerçi imparator I. İustinianos (527-565), düzeni sağlamış vehatta batıda kaybedilen toprakları tekrar ele geçirmişti, ancak Reconquista'nın [kaybedilen toprakları geri alma girişimi] başarısı sürekli olmadı. 7.yüzyıl başında imparatorluğun nihai çöküşü herkesçe görülüyordu. Bu günlerde "kurtarıcı" olarak ortaya çıkan imparator Herakleios (610-641),diplomatik çabalarla Balkanlarda güvenliği sağladıktan sonra, Sasanîlere ‘(İran) karşı başarılı bir savaşla, 630'a kadar, kaybedilen doğueyaletlerini geri almakla kalmadı, aynı zamanda Ermenistan'da yeni toprakları da ilhak etti. Dinsel bir heyecanla yürütülen bu ölüm-kalımsavaşında, en önemli maddesini "thema sistemi"nin oluşturduğu devlet reformu büyük rol oynamıştır. "Thema" aslında ordu demekti ve sistemdeordunun birliği öngörülmekteydi; buna göre hem askerî hem de sivil yönetimin, "Strategos" denilen yetkili asker kumandanın elinde toplandığı"thema" bölgeleri yaratılmaktaydı. Sosyal temeli ise "Stratiot" denilen[1], askerlik hizmetiyle yükümlü hür köylüler oluşturmaktaydı. Çok çabukharekete geçirilebiliyor, devlete o zamana dek alışılagelen paralı ordulara göre daha az masraf çıkarıyor ve hatta düzenli vergi ödedikleri için, birmiktar gelir de sağlıyorlardı. Herakleios'un ardılları zamanında geliştirilen bu sistem öncelikle, daha sonraları devletin omurgası işlevini üstlenenAnadolu'da yürürlüğe konmuştur.
Herakleios'un başarısı İslam karşısında boşa çıktı. Çok kısa zamanda halifelerin (Dört Halife Dönemi) orduları İran'ı fethettiler; Romaİmparatorluğu'ndan Suriye ve Filistin'i (630), Mısır'ı (640) ve Afrika'nın Trablus'a kadar kuzey kıyılarını (647) kopardılar. Ancak Anadolu ve aynışekilde, ilki 674'te olmak üzere, defalarca Araplar tarafından kuşatılan başkent Konstantinopolis elde tutulabilmişti.
Toprak kayıpları imparatorluk için olumsuz etkiler yapmakla kalmadı. Özellikle Patrikhane merkezi İskenderiye, epeydir Konstantinopolis'inönceliği karşısında, Hz. İsa'nın yaratılışı hususunda farklı görüşleri savunan ulusal ve dinsel bir muhalefetin odağı durumuna gelmişti. İmparatorlar,sokaktaki insanı da, bugün tahmin edilemeyecek ölçüde meşgul eden bu soruna, konsilleri görevlendirerek, birlik sağlamak amacıyla çözümbulmaya çabalıyorlardı. Mısır'ın düşmesiyle birlikte imparatorluk 7. yüzyıl ortalarından itibaren özellikle Rum karakteri taşımaya başladı veOrtodoksluk, artık İskenderiyeli ilahiyatçılar tarafından eleştiriye uğramıyordu. Tarihsel ve siyasal ideolojisi bakımından bu Roma İmparatorluğuiçin artık "Bizans" terimi gündeme gelmişti. Kuzey Suriyeli İsauria Sülalesi zamanında (717-802) kilise barışı bir kez daha ciddi biçimde tehlikeyedüştü, çünkü bu yöneticiler herhalde başarılı bir şekilde yayılan İslam'ın da etkisiyle ikona düşmanlığı (İkonoklazma = tasvir kırıcılık) taraftarı idiler. 9. yüzyılda Ortodoksluk yeniden tesis edildi ve İslam akınları da geçici olarak durdu, öyle ki, Amorion (820-867) ve Makedonya (867-1056)sülaleleri zamanında Bizans İmparatorluğu parlak bir dönem yaşadı. "Bulgar kasabı" lakaplı II. Basileios Anadolu'yu, Balkan Yarımadası'nı veGüney İtalya'yı, Kırım'ı, Ermenistan'ı ve Suriye'nin belli bölümlerini hâkimiyeti altında tutuyordu. Zengin ve soylu aileleri karşısına almaktançekinmeyerek, popülariteyi umursamadığını açıkça belli eden bu güçlü imparator, devletin içinde çok farklı etnik, dinsel ve sosyal çıkarlararasında denge kurmayı başarmıştı. Zayıf ardılları zamanında Konstantinopolis'teki memur aristokrasisi (devlet bürokrasisi/devlet memurları sınıfı) , gücü kendi elinde topladı; bu ise sadece mücadele içinde olduğu askerî aristokrasinin değil, aynı zamanda imparatorluğun savunulmasının daaleyhine sonuç verdi. Savunmanın zaafa uğramasında kuşkusuz yüksek rütbeli askerlerin ve toprak sahiplerinin de payı vardı, çünkü Stratiotdenilen hür köylüleri, toprağa bağlı ve sadece elde edilen ürünün sahibi durumuna indirmişlerdi. Halbuki, o sıralarda Bizans, batıda Normanlar,kuzeyde Asyalı Peçenekler ve doğuda Türkler olmak üzere, tüm sınırlarında düşman veya en azından huzursuz komşuların başgöstermeyebaşladığı dikkate alınırsa, o ölçüde güçlü ve yıldırıcı bir orduya gereksinim duyuyordu. Durum, askerleri iktidardan daha fazla uzak tutmanınolanağı kalmayacak denli tehlikeli bir hal almıştı: Kapadokyalı soylu ve deneyimli bir komutan olan Romanos Diogenes, 1068'de imparator olaraktanındı. Fakat 1071'de birçok milletten gelen lejyonerlerle oluşturulan orduyla, Türklere karşı saldırıya geçtiğinde, memur aristokrasisininentrikalarıyla Romanos Diogenes'in altı çoktan oyulmaya başlanmıştı bile. Sonuç Malazgirt felaketiydi. Bizans İmparatorluğu'nun, iç ve dışsorunlarını aşmada yetersiz olduğu artık daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder