“İki arkadaş da konuşmadan epey yürüdüler.
Neriman birdenbire boşaldı. Sinirlendiği vakit iplik kadar incelen ve sık sık asabı titreyişlerin kopardığı hırçın bir sesle söylenmeye başladı:
— Öf... Bu elimdeki ut da sinirime dokunuyor, kıracağım geliyor. Şunu Şamlı'ya bırakalım. Bunu benim elime nereden musallat ettiler? Evdeki hey hey yetişmiyormuş gibi üstelik bir de Darülelhan! Şu alaturka musikiyi kaldıracaklar mı ne yapacaklar? Yapsalar da ben de kurtul-sam. Hep ailenin tesiri. Babam Şark terbiyesi almış. Ney çalar, akrabam öyle... Fakat artık sinirime dokunuyor, bir kere şu musibetin biçimine bak. Hele bu torbası?.. Yirmi gündür elime almıyorum, bugün mecbur oldum. Bırakacağım musibeti... Darülelhan'dan da çıkacağım, yahut alafranga kısmına gireceğim. Zaten bizim kısmı lağvedeceklermiş. Allah razı olsun. Kendimden nefret ediyorum. Oturduğum mahalle, oturduğum ev, konuştuğum adamların çoğu sinirime dokunuyor. O Fatih meydanının önünden geçerken meydan kahvelerinde bir sürü işsiz güçsüz, softa makulesi adamlar oturuyorlar. Biraz temizce giyindin mi insanın arkasından fena fena bakıyorlar, kim bilir neler söylemiyorlar, insan yolda bile rahat yürüyemiyor. Sonra o dükkânların hali nedir? Adım başında aşçı ve kahve. Erkeklerin işi gücü kahvede, caminin önünde oturup sokağı seyretmek. Dün Tünel'den Galatasaray'a kadar dükkânlara baktım. Esnaf bile zevk sahibi. İnsan bir bahçede geziyormuş gibi oluyor. Her camekân çiçek gibi. En âdi eşyayı öyle biçime getiriyorlar ki mücevher gibi görünüyor. Sonra halkı da bambaşka.Dönüp bakmazlar. Yürümesini, giyinmesini bilirler…
Neriman üst üste ve hiç durmadan söylüyordu. Bir hafta, on gün, böyle yorulmadan söyleyecekmiş gibiydi…”
“…bir an geldi ki bütün mahallede, bütün sokakta, evde ve odada Sarman'ın mırıltısından başka ses kalmamıştı. Gülter kapının yanında yerdeki minderde, başını önüne eğmiş, uyukluyordu. Şüphesiz böyle uyanık birkaç kişi müstesna, bütün sokak, bütün Fatih uyku içinde idi.
Neriman düşündü ve bir anda Şarklıların kedileri ve Garplıların köpekleri niçin bu kadar sevdiğini anladı. Hıristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandır: Şarklılar kediye, Garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lâpacı, tembel ve hayalperest mahlûk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır. İşe yarar, birçok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır.
Şark ve Garp'ı temsil eden bu iki remiz (simge), Neriman'ın zihninde iki zıt âlemi o kadar müşahhas (somut) bir hale getirdi ki epey zamandan beri kendi kendine halletmeye çalıştığı muammaların birçok anahtarlarını bulur gibi oluyordu; büyük bir kültürü olmayan Neriman, ancak bu basit remizlerin (simgelerin) zıddiyetleri arasında mukayeseler yaparak, kendine göre bazı fikirlere daha sahip olmaya başlamıştı.
Hemen bu fikrini babasına söylemek istedi ve alacağı cevabı merak etti. Fakat babasıyla hiç buna benzer mevzularda konuşmamış, ona hiçbir mülâhazasını, fikrini açmamıştı. Zekâsının bakir ve mahrem bir tarafını göstermek isterken babasının karşısında soyunacakmış gibi utanıyordu. Fakat soracağı şey, epey zamandan beri, babasıyla kendisi arasında çıkan ve henüz hiç münakaşa edilmeyen, hayatî meselelerle karıştığı için ehemmiyetli idi. Epeyce tereddütten soma, nihayet söyledi:
— Bakın, dedi, Gülter de uyuyor, Sarman da.
Faiz Bey başını kitaptan kaldırdı ve gözlüğünün üstünden kızına baktı. Bu sözün bir mukaddime olduğunu anlamayarak tekrar gözlerini kitaba indirirken, Neriman, söylemek istediği şeyleri unutmaktan korkarak, hem de neticeyi çabuk almak isteyerek, sinirli bir acele ile anlattı:
— Sadece onlar uyumuyorlar, bütün Fatih uykuda. Ne düşündüm bilir misiniz?
Neriman, mütalâasını beyan etmek sırası gelince biraz kızardı ve Faiz Bey'in alâkası arttı.
— Ne düşündüm bilir misiniz? Bütün bu semt, müslümanlar...
Biraz düşünerek kelimeyi buldu:
— Bütün Şark kedilere benziyor...
Bu mülâhaza Faiz Bey'i güldürmüştü. Takdirle istihzadan hangisine maruz kaldığım anlamayan Neriman şaşırdı ve büsbütün kızararak cesaretle devam etti:
— Garp da köpeklere benziyor.
Durdu. Söylenecek fazla bir şey bulamıyordu. Halbuki pek çok şeyler düşünmüştü. İzah etmek lâzım. Gene şaşırdı. Faiz Bey'in bir suali bu izahı istedi:
— Ne gibi?
Faiz Bey gözlüğünün üstünden kızına hiç inhiraf (sapma) etmeyen bir dikkatle bakıyordu. Ömründe ilk defadır ki Neriman'dan bir mütalâa dinliyordu. Neriman devam etti :
— Şark da işte böyle miskin, uykucu, lâpacı... Bakın şimdi her taraf uyuyor. Bir de şimdi Beyoğlu'na çıkın... Ortalık mahşer gibi... Herkes ayakta, uyanık...
Faiz Bey hafif bir acılık ilâve olan tebessüm ile başını salladı. Aylardan beri kızının zihnini işgal eden bu meseleyi seziyordu. İşte bu gece, keyfiyet apaşikâr meydana çıkıyordu. Hayret etmedi ve bu mevzuda kendisine söz söylemek fırsatı çıktığı için memnun oldu, aceleye lüzum görmedi ve kızının bütün fikirlerini anlamak için sordu:
— Garplılar niçin köpeğe benziyorlar?
— Çünkü onlar daima uyanık, uyurken bile uyanık... Çalışıyorlar, kazanıyorlar, iyi yaşıyorlar.
Faiz Bey bir daha güldü; lâtifeci şahsiyetini ihtiyar yüzünün vakarında gizleyerek sordu:
— Şimdi bu Sarman fena mı yaşıyor? Bak senin kucağında mışıl mışıl uyuyor.
Neriman da güldü:
— Ama biz olmasak açlıktan geberir.
— Köpeklerin de sahipleri olmasa açlıktan ölmezler mi?
Kızını daha fazla üzmek istemeyen Faiz Bey ciddileşti ve müstehzi suallerinin cevabını beklemeyerek söyledi:
— Güzel bulmuşsun, dedi, filhakika Şarklılar kedileri, Garplılar da köpekleri bunun için severler; Şarklı tembel, Garplı da çalışkandır. Fakat gel seninle bu muammayı birlikte halledelim. Acaba her oturan adam tembel, her koşan adam çalışkan mıdır?
Neriman'a baktı ve cevap vermesini beklemeden devam etti :
-Kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar oturur ve düşünür. Onun bir hazine-i efkarı vardır, yani fikir cihetinden zengindir; kimi adam da vardır ki sabahtan akşama kadar ayak üstü çalışır, meselâ bir rençber, fakat yaptığı iş dört tuğlayı üst üste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tembel görünür, velâkin çalışkandır; diğer insan çalışkan görünür, velâkin yaptığı iş sudandır. Zira birisi maneviyat ile, zihin gayreti ile yapılan iştir; öbürü vücut ile, bedenle yapılan iştir. Maneviyat daima daha âlidir (yüce), vücut sefildir. Yapılan işlerin farkı da bundandır.
Faiz Bey yine biraz durdu, kızına küçük bir itiraz müddeti bıraktıktan sonra cevap almayınca sordu:
— Zevahire niçin aldanıyorsun? Sadece gece gündüz, dazıra dazır koşmak mı çalışmaktır?
— Değil tabiî... Fakat biz oturduk da ne yaptık sanki?
— Pek çok şey.
— Hiçbir şey yapmadık. Hep uyku... lâpacılık... Faiz Bey, kızına, söyleyeceği sözlerin mesuliyetini
hissettiren ağır ve sabırlı bir bakışla bakmıştı; Neriman devam edemedi. Faiz Bey:
— Bak, dedi, şu arkanda, konsol üstünde duran saati Harun Reşit zamanında bir Şarklı icat etmiştir; şu elimdeki kitabı bir Şarklı yazmıştır.
— Aman hep o kara kaplı kitap... Başka yok mu? Yazmış da ne olmuş? Sizden başka onu kim okuyor?
— Senden başka bu kitabı pek çok insan okuyor.
— Aman... hep tembeller, hayalperestler...
— Hayır.. Frenkler de okuyor. Bu gibi eserlerin Garpta bir tanesinin yüzlerce türlü basılmış tercümeleri vardır… Mekteplerinizde böyle şey kalmadı. Bir İngiliz kızına Sadi'yi sorsan bilir, sen Şarklı olduğun halde bilmezsin. Kabahat sende mi, Sadi'de mi?
Neriman hafifçe kızardı ve başını önüne eğdi. Cevap vermiyordu. Evvelâ babasına daha fazla itiraz etmesi, baloya ait arzularının tahakkukuna mani olabilirdi; sonra babasının malûmatı ve mantığıyla mücadeleye kendini muktedir (yeterli) bulmuyordu. Fakat bütün bu fikirlere içinden isyan ediyor, hepsini eski bulmak istiyor, maamafih sarsılmaz bir mantığın telkin ettiği hakikatleri kendi kendine tamamıyla inkâra da muvaffak olamıyor, için için çırpınıyordu.
Faiz Bey bu kadar dersi kâfi gördü. Kızına ilk defa olarak bu mevzuda bir telkin yapmak fırsatını bulduğu için yüreği ferahladı ve derin bir nefes alarak ayağa kalktı, işi latifeye boğarak:
— Haydi şu Şarklılar gibi biz de bir uyku çekelim! dedi.
Neriman da kalkmıştı. Sarman yere düştü ve bir çığlık kopardı. Soma gerinerek hanımının ayakları arasında dolaştı. Hâlâ mırlıyordu.
Neriman terliğinin ucuyla Sarman'ı karnından itti, uzaklaştırdı:
— Haydi git, miskin! dedi.”
Kaynak : Fatih-Harbiye; Peyami Safa; Alkım Yayınları; İstanbul 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder