16 Ocak 2011 Pazar

Kâtip Çelebi'nin Teşhisi (Alıntı)



Girit savaşının masrafları hazineyi tüketirken, İstanbul'un maliye yö­netimi duruma çare bulmakta güçlük çekiyordu. Bu sıralarda hazine gö­revlisi sıfatıyla maliye kâtiplerinin olağanüstü toplantılarına katılan ve dev­letin sıkıntılarına yakından şahit olan Kâtip Çelebi, Osmanlı devletinin ha­lini inceleyen bir risale yazdı. Yukarıda belirttiğimiz gibi daha 16. yüzyı­lın sonlarından beri Hasan el-Kafi ve Koçu Bey gibi nice yazar güçlükleri dile getirip çıkar yol göstermeye çabalamışlardı. Kâtip Çelebi'nin 1653'de yazdığı «Düstur ül-Amel fi-Islah ıl-Halel», yani «Bozuklukların Düzeltil­mesi için Rehber» adlı risalesi, durumu, önceki yazarlardan daha geniş bir açıdan ele alıyor, Osmanlı siyasal düşüncesinde geçerli devlet görüşüne gö­re inceliyordu. Kâtip Çelebi'ye göre, hazine darlığı için acil çare aramak boş yere çaba harcamaktı. Devletin ve toplumun genel niteliği bilinmeden, sorunların kökenine inilmeden geçici çare aramak fayda vermeyecekti. Bu yılın hazine açığı kapatılsa bile, köklü sorunlara çözüm bulunmadıkça dar­lık ertesi yıl tekrar çıkacaktı ortaya. Bu nedenle Kâtip Çelebi hazine uz­manı kisvesini bırakıp âlim hüviyetiyle eğiliyordu sorunlara.
Osmanlı siyasal düşüncesinde adalet kavramını ve hükümdarın yerini incelediğimizde gördüğümüz gibi, toplum dört ana kesimden oluşuyor. Hü­kümdarın başlıca görevi ise bu dört kesimin dengeli ve ahenkli bileşimini sağlamaktır. Klâsik Yunan'dan beri, İslâm dünyasında olduğu gibi, Orta Çağ Avrupası'nda da geçerli olan tıp anlayışına göre ise, insan vücudunun dokusunda da evrenin dört ana unsuruna karşılık dört sıvı bulunuyor. İn­san sağlığı, bu dört sıvının birbirine baskın çıkmadan dengeli olması de­mektir. Kâtip Çelebi, siyasal ve toplumsal bozuklukların düzeltilmesi için yazdığı rehberinde, insan vücudu ve toplumun sağlığı arasındaki benzer­ likten yola çıkıyor. Benzerlik sadece her ikisinin de dört unsurdan oluş­masında ve sağlığın her iki durumda da denge demek olmasında değil. İn­san vücudu ne kadar dengeli ve sağlıklı bir yaşam sürse sonunda ölüme mahkûm olduğu gibi, her devlet yapısı da er-geç zayıflayacak, sönüp gide­cek. İnsan yaşlandığı gibi devlet de yaşlanıyor.
Kişi çocukluk, gençlik, olgunluk çağlarından sonra ihtiyarlayıp çöktü­ğü gibi, devlet de çeşitli evrelerden geçip yaşlanacak; Kâtip Çelebi'ye göre kaçınılmaz bir âkibet bu. Kişi ve devlet çeşitli yaşlardan gelip geçtiği için ber yaşta, her evrede gerekli denge ve ahenk değişik olacak ister istemez. Gençlik, delikanlılık demek, ateşli olacak genç adam; kişi yaşlandıkça be­denindeki ateş de küllenecek. Bilgili tabip bu durumun farkında olduğu için hastaya ilaç verirken kişinin yaşını dikkate alacak, her yaşa göre de­ğişik perhiz önerecek. İşte devlet yöneticilerinin de devletin yaşının farkın­da olması, o yaşa uygun bir dengeyi hedef alması gerekiyor.
Kâtip Çelebi'nin insan ve devlet arasında yaptığı benzetmenin bazı önemli sonuçlarına işaret edelim. Bu döneme kadar Osmanlı yazarları Ka­nuni Sultan Süleyman çağının görkemli ve güçlü günlerinin özlemi içinde, devlet ve toplum kurumlarını 16. yüzyıl ortalarındaki durumuna döndür­meye çalışıyorlardı. Kâtip Çelebi'ye göre ise bu boş bir özlem. Geçmiş gün­leri geri getirmek ne kişinin harcı, ne devletin. Koçu Bey'in ve diğerleri­nin önerdiği gibi timar sistemini yeniden canlandırmak, ya da kapıkulunun sayısını azaltmak, Kâtip Çelebi'ye göre mümkün değil artık. Hazinenin içine düştüğü bunalımda kapıkulu masraflarının en önemli rolü oynadığını Kâtip Çelebi de yakından biliyor gerçi, ama bu durumu devletin çağının gereği sayıyor. Kâtip Çelebi'ye göre Osmanlı devleti gençlik ve olgunluk çağını çoktan geride bırakmış, yaşlılık dönemine erişmiş. Ama kişi, tabi­bin bilgisi sayesinde gerekli ilaç ve perhizle yaşamını uzatabildiği gibi, dev­let de bilgili ve deneyli yöneticilerin elinde kaçınılmaz âkibetini geciktire­bilir. Genel olarak kötümser sayılabilir Kâtip Çelebi'nin görüşü, ama hiç olmazsa yazar devletin yaşamının bir süre daha uzatılabileceğini kabul ede­rek okuyucularının umudu elden bırakmamalarını istiyor.
Hastaya bakan tabibin bilgili olması yetmez, hastaya sözünü dinletme­si, acı bile olsa ilacını içip, tatsız bile olsa perhizi elden bırakmamasını sağ­laması gerekir. Toplumun tabibi olan yöneticinin de, hattâ doktordan daha sert davranması, kesinlikle sözünü geçirmesi şart. Toplumdaki hastalık ne kadar ilerlemişse, tedavisi ne kadar zorsa, yöneticinin kesin ve süratli mü­dahalesi o kadar önem kazanıyor. Osmanlı devletinin 1643'de içinde bulun­duğu bunalım da sert, otoriter bir yöneticinin ödünsüz, kesin bakımını ge­rektiriyor. Kâtip Çelebi'nin deyimiyle bir «sahib üs-seyf», eli kılıçlı bir kişi olmalı bu. Günün padişahı IV. Mehmet henüz 12 yaşına gelmemiş bir ço­cuk olduğundan Kâtip Çelebi bu sahib üs-seyf'in hükümdar olması gerek­mez, herhangi bir yönetici bu görevi yüklenebilir, diyor.

Kaynak : Prof.Dr.Metin Kunt; Osmanlı Devleti 1600-1908; Cem Yayınları; s.25-26

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link