20 Aralık 2010 Pazartesi

İmparatorluktan Ulus Devlete-Faruk Alpkaya (Alıntı)




20. yüzyıl dünya tarihine damgasını vuran ulus-devletler ve onlardan oluşan uluslararası yapı, 1789 Fransız Devrimi'nin ürünüydü. Ulus-devlet, sınırları belirlenmiş ve bölünmez sayılan bir ülke üzerinde, tek bir otoritenin egemen olmasını, bütün ülkede tek bir yönetimin ve hukuk sisteminin uygulanmasını anlatır. Ulus-devletin, egemenliğini Tanrı'dan değil, o ülkede yaşayan insanlardan, yani halktan aldığı kabul edilir.
insandan Yurttaşa
Fransız Devrimi, hem Fransa'da ulus-devletin kurulmasını, hem de bu modelin bütün Kıta Avrupa'sına yayılmasını sağladı. Fransa Krallığı Avrupa hanedanlarıyla işbirliği yaparak devrimi bastırmak istemişti. Bu, savaşa giren devrim ordusunun devrimin ilke ve ideallerini Avrupa'nın her yerine taşıması sonucunu doğurdu. Yaklaşık yirmi beş yıl süren savaşların sonucunda Fransa yenildi, ama ulus-devlet modeli Avrupa devletleri ve dönemin devrimci hareketleri tarafından geniş ölçüde benimsendi. Devrimci hareketler, 1789'un ilke ve ideallerini kendi ülkelerinde gerçekleştirmeyi amaçladılar. İmparatorluk yönetimleri altında yaşayan halklar da, daha iyi bir yaşam umudunu kendi devletlerini kurmakta buldular.
Böylece, aslında evrenselci bir nitelik taşıyan, yani bütün insanlara, bütün halklara yeni bir dünya vaat eden Fransız Devrimi, evrenselci olmayan, yani tek bir halka gelecek vaat eden ulusçuluk ideolojisini güçlendirdi. 1789 öncesinde, egemenliklerini Tanrı'dan aldıklarını iddia
eden monarşilerin, siyasal iktidardan vazgeçmeyen Kilise'nin ve yerel düzeyde iktidar sahibi olan soyluların bazen uzlaşma, bazen çatışma içinde sürüp giden yönetimlerinde, insanların yönetilmesini sağlayan, dinsel bağlılıktı. 1789 Devrimi dinsel temelli iktidara son verip yerine halk egemenliğini geçirince, bir "halk"ı diğerinden ayıracak bir ideoloji ihtiyacı doğdu.
Bu yeni ideoloji, yani ulusçuluk, kendisini köyüne, akrabalık bağlarına, kabilesine, dinine diline bağlı hisseden, çok farklı kimliklere sahip toplulukları tek bir potada eriterek onlardan belli bir ülke sınırları içinde yaşayan bir halk, yani ulus yaratma işlevini gördü. Böylece, ulus-devletlerin kurulması sürecini, "ulusların kurulması" süreci izledi. Bu süreçte üç önemli kurum işlev gördü.

Ordu, Milli Eğitim, Üniversite

Fransız ordusu, ulusal orduların ilk örneğiydi. 1793'te devrimi korumak üzere başlatılan zorunlu askerlik uygulaması, sürekli bir nitelik kazandı; böylece monarka ve soylulara bağlı askerlerden oluşan orduların yerini, vatandaşlardan oluşan düzenli ve sürekli ordular aldı. Napoleon'un 1812'deki Rusya seferi sırasında Fransız ordusu 500.000 askeri aşıyordu. Fransız ordusunun askeri başarılan, diğer Avrupa devletlerini de bu modeli benimsemeye yöneltti, böylece, zorunlu askerlik her vatandaşın kendi devletine karşı ödevine dönüşmeye ve merkezi, sürekli ulusal ordular
oluşmaya başladı. Buna bağlı olarak süreç içinde "vatandaşlık hakları"nın tanınması, zorunlu askerliğe rıza gösterilmesini kolaylaştıracaktı.
Ulus-devletin bir başka önemli kurumu, merkezi ve ulusal bir eğitim sistemiydi. İlk uygulama, Fransa'da, Napoleon'un ortaöğretimi yeniden yapılandırarak yarı askeri nitelikteki devlet liselerini açması oldu. Bu liselerin amacı, başta ordu olmak üzere devletin çeşitli düzeylerinde görev yapmak üzere eğitilmiş insan gücü yetiştirmekti. Fransa'da pek önemsenmeyen ilköğretim ve üniversite ise, Prusya'da köklü bir yapılanmanın temelini oluşturdu. 1809'da Prusya eğitim bakanı olan Wilhelm von Humboldt ilköğretimden üniversiteye kadar bütün eğitim-öğretim sistemini yeniden düzenledi. Bu girişim, Prusya'nın yüzyıl sonundaki bilimsel ve teknik atılımının altyapısını hazırladı.
Fransa ve Prusya'daki bu düzenlemeler, ilköğretimi de içeren ulusal bir eğitim sisteminin, modern bir toplumda zorunlu hale gelen okur-yazarlığı yaygınlaştırmak, ortak bir ulusal dil, ortak bir tarih ve ortak bir kültür yaratmak için vazgeçilmez olduğunu gösterdi. 1789'da Fransa'da yaşayanların yüzde ellisinin Fransızca bilmediği, İtalyan ulusal birliğinin kurulduğu 1860'larda İtalya'da yasayanların sadece yüzde onunun gündelik konuşma dilinin İtalyanca olduğu bir Avrupa'da, ulus-devletler kendilerini merkezi ulusal eğitim sistemiyle güçlendirdiler. Böylece, bütün Avrupa'da aşamalı olarak parasız ve zorunlu ilköğretim sistemi oluşturuldu, ortaöğretim ve yükseköğretim de yeniden düzenlendi.
Ulus-devlete eşlik eden üçüncü önemli gelişme ise, bilim alanında üretim ve öğretimin yeniden örgütlenmesi oldu. Doğa bilimleri alanında Aydınlanma Çağı'nda başlamış olan atılım, o dönemin tutucu ve skolastik üniversitelerinde yer bulamamış, bilimsel araştırmalar daha çok kişisel çabalarla ya da araştırma dernekleri tarafından yürütülmüştü. Fransız Devrimi sırasında kurulan Politeknik ve benzeri bilim kurumları, doğa bilimlerindeki araştırma ve öğretimi kurumsallaştırmayı amaçlıyordu. Von Humboldt'un üniversite modeli ise, ulus-devletin desteğini alan ama ondan özerk bir yapı olarak, bilimsel araştırmaların kolektif biçimde yürütülmesini ve bilgi üretiminde büyük sıçramalar yapılmasını sağladı. Genel olarak sosyal bilimler adıyla anılan ekonomi, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi yeni bilim dallan da bu yeni üniversite örgütlenmesi içinde kendilerine yer buldular. Bu bilim dalları, Fransız Devrimi’yle birlikte artık olağan kabul edilen toplumsal değişim ve dönüşümün incelenmesi ihtiyacından doğmuştu. Bu ihtiyaç, Aydınlanma Çağı'nın mirası olan insan aklına güvenle birleşerek, sosyal bilimlerin, toplumsal değişim ve dönüşümün yönlendirilmesinde rol oynayabileceği inancını yaygınlaştırdı.

İngiltere'nin Üstünlüğü

Ulus-devleti ve kurumlarını yaratan ve bütün Avrupa'ya taşıyan Fransa, Napoleon'un yönetiminde Avrupa'da bir imparatorluk kurmak üzere giriştiği sayısız savaşta başlangıçta büyük başarı kazandıysa da zamanla hem kaynaklarını, hem de Avrupa halklarının desteğini kaybetti. Fransa'ya karşı koyabilecek tek güç olan İngiltere ise, denizlerdeki üstünlüğü sayesinde denizaşırı sömürgelerinden yararlanmayı sürdürürken, Avrupa'da Fransa'ya karşı bir ittifak oluşturmayı başardı. 1815'te Fransa'nın Waterloo Savaşı'nda kesin olarak yenilmesiyle, Avrupa'da yeni bir düzen sağlandı.
Bu yeni düzen "Avrupa Uyumu" olarak adlandırıldı. Avrupa Uyumu, İngiltere'nin savaşmamaya ve serbest ticarete dayalı politikasıyla, döneme damgasını vuran Avusturya Başbakanı Metternich'in mevcut devlet sınırlarının dokunulmazlığına dayalı politikasının uzlaşmasıydı. Bu uzlaşma, önce İngiltere, Prusya, Avusturya ve Rusya arasında oluşturulan Dörtlü İttifak, ardından da irili ufaklı bütün Avrupa devletlerinin katıldığı 1814-1815 Viyana Kongresi tarafından onaylandı. 20. yüzyılda oluşturulacak uluslararası siyasal örgütlenmelerin habercisi olan Viyana Kongresi, aynı zamanda bu düzenin istikrarını sağlayacak kuralların geliştirildiği, böylece uluslararası hukukun pek çok kuralının temelinin atıldığı bir toplantıydı.
Avrupa Uyumu, Fransa'dan ya da başka herhangi bir güçten gelebilecek devrimci veya ulusçu tehditlere karşı mevcut durumu koruyan tutucu bir yapı oluşturdu. Bu yapı, 1853-1856 Kırım Savası gibi görece küçük çaplı savaşlara rağmen, Avrupa'yı 1914'e kadar bütünsel bir savaştan korudu. Aynı şekilde, 1830 ve 1848 Devrimleri gibi, düzeni tehdit eden devrimci hareketlerin de bastırılmasını sağladı.

Kaynak : 20.Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi; G.ve F.Alpkaya; Tarih Vakfı Yay.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link