Abdullah Cevdet Tıbbiye’de aldığı eğitimin de etkisiyle toplumu ve yaşadığı sorunları bir hastanın tedavisi süreci olarak ele alır. Ona göre ilim ve fennin çözemeyeceği, adeta matematiksel olarak hesaplanamayacak hiçbir şey yoktur. Abdullah Cevdet kültür sorunları çözümlenmeden önce hiçbir politika yapılamayacağına inandığı derecede daha çok eski ansiklopedist akıma dönüşü temsil ediyordu.
Abdullah Cevdet’in zihnini meşgul eden en önemli sorunlardan biri “modern fikirleri ve gelişme fikrini Müslüman ruhuna sokmanın çareleri” olduğu söylenebilir…O, “öteki dünyaya “ değil dinin sosyal bir kurum olduğuna inanıyordu. Ona göre; “felsefe Allah’ın sıfatlarının bir incelenmesi şeklinde ele alınırsa Allah’ın her niteliği insana bilimsel faaliyette bulunmasını emretmektedir…İlim havasın dinidir; din avamın ilmidir”[1] “Müslümanların Rusya’da zulüm ve hakaret gördüğünü söylüyor ve bunu yalnız söylemekle bir fayda ümit ediyorsunuz. Müslümanların zulüm ve hakaret görmesi Müslüman oldukları için değil cahil ve tembel oldukları içindir”. Muhalefet aracı olarak gördüğü din için şunları yazmıştı : “İslamın kendine has bir karakteri vardır. İslam bu dini kabul edenleri bir millet haline sokar ve asırlar boyunca biriken bu kardeşlik duygusu o kadar kuvvetlidir ki, hiçbir şey müşterek inancın modern ilim ve felsefenin yakıcı ışığında yok olması bile onu sarsamaz”.
Abdullah Cevdet modernleşmeyi, Batı fikriyatını hazmetmek, düşünce yapısını değiştirmek sorunu sayar. Ona göre bu değişikliği meydana getirmek, maddi çevre değişmelerinden önce gelir. Kurumlar ve olgular düzeyinde tartışmaya hazırdır. Latin harflerine geçiş, laikleşme politikaları, kadın haklarının önemi, saltanat kurumuna karşı temel bir kuşku, ancak Batı klasiklerinin derin anlamlarının anlaşılması sayesinde Batıya yaklaşılabileceği, Batılılaşmanın gereklerinden birinin fikir ve görüşleri temelinden değiştirmek olduğu ve evreni materyalist-biyolojik bir çerçeve içinde değerlendirme, çıkardığı İçtihat Dergisinde tartışılan başlıca konular arasındadır. Darwinizmden etkilenen A. Cevdet, doğal ayıklanma kuramının toplumda bir elite[2] tabakayı ortaya çıkaracağını düşünüyordu. Ona göre bu tabakayı tespit edebilmenin yolu ise beyin büyüklüğüydü. “Kafatası civarı 16 pus olmayan adamlar ahmak olur; beynin küçüklüğü aptallığın işaretidir”.
Osmanlı aydının nazarında halk hiçbir zaman önemli ve güvenli bir güç olmamıştır. Abdullah Cevdet başta olmak üzere Jön Türklerin büyük çoğunluğu bu duruma tam olarak uygun bir şekilde hareket etmiştir.Yalnız siyasal muhaliflerin pek çoğunda halk hiçbir değer taşımazken, Abdullah Cevdet onu modern toplumsal elitin denetlemesini yapması gereken bir organ olarak düşünmüştür.
Abdullah Cevdet’in Osmanlı hanedanına karşı çıkmasının nedenlerinden biri, “hür olmayan kadınlardan doğan çocukların-babaları hangi zeka seviyesinde olursa olsun-annelerindeki olumsuz psikolojik etkiyi taşıyacakları ve bu durumun devamı halinde dejenere tiplerin ortaya çıkacağı” idi. II.Abdülhamit’e karşı mücadele edenlere “sorunun şahsi olmadığını, saltanat fikrinin ortadan kaldırılması gerektiğini” savunuyordu.
Abdullah Cevdet II.Meşrutiyetten itibaren Osmanlı İmparatorluğu üzerinde yükselen Alman nüfusuna karşı İngiliz yanlısı bir politika izledi. Ancak kendi yazılarında bunun bir teslimiyet anlamına gelmediğini de açıkça yazıyordu : “eğer bir yabancı memleket vatanımızı istila ederse, bizden senede bir çok defa vergi almaz, memurlarını namuslu adamlardan oluşturur. Mükemmel yollar yapar, şehirlerimizi elektriklendirir, evlerimize telefon bağlar. İstersek matbaalar açar, şirketler kurabiliriz. Şimdiki halimize göre çok daha iyi yaşarız…Fakat ah, o zaman biz, bizi istila edenlerin misafiri durumuna geliriz. Yani şimdi biz fakir ve mazlum bir efendiyiz, o zaman zengin bir uşak, bir hizmetçi olacağız. Ey vatandaşlarım ! Hep beraber uşak olmaya razı olacak mısınız ? Hayır !”[3]
Kuleli Askeri Tıbbıye İdadisi ve Mekteb-i Tıbbiye’den mezun oldu. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı Osmani Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Birçok kez tutuklandı ve sürgüne yollandı. 1897’de Cenevre’de Jön Türklere katıldı. Avusturya’dayken Osmanlı elçisiyle arası açılınca sınır dışı edildi. Önce Cenevre’de sonra da Kahire’de İçtihat dergisini yayınlamaya başladı. Osmanlı hanedanı aleyhine yazdığı yazılar ciddi tartışmalara neden oldu. Meşrutiyetin ilanından sonra 1911’de İstanbul’a döndü. Shakespeare’in oyunlarını Türkçe’ye çevirdi. Mütareke Döneminde İngiliz Muhibleri Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı ve ilk yönetmeliklerini yazdı. 1920’lerden itibaren nüfus politikası hakkında ileri sürdüğü görüşlerini “Avrupa’dan damızlık erkek getirtmek” şeklinde sunan gazetelerin etkisiyle milletvekilliği söylentileri son buldu. Bu dönemden itibaren yalnızca İçtihat’ın yayınıyla uğraşan Cevdet 29 Kasım 1932’de öldü. Ölümünden sonra cenaze namazının kılınıp kılınmayacağı tartışıldı. Telif eserlerinin sayısı 46’yı, çevirilerinin sayısı da 30’u bulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder