14 Eylül 2011 Çarşamba

Selçuklular 5 (Makale)

Bölüm 5
Moğol Hükümdarlığı ve Beylikler Dönemi'nin Başlangıcı (1243-1307)
Anadolu Selçuklu Sultanlığı, artık Moğollara haraç ödeyen uydu bir devlet haline gelmiş, ama geçici bir süre için işgal edilmekten kurtulmuştu. II. Keyhüsrev'in kendi aralarında kavgalı oğullarının yerine, Moğolların müdahalesine meydan vermeksizin, devleti şimdiye kadarki haliyle tutmaya çalışan vezirler yönetimi üstlenmişlerdi. Bu devlet adamlarının başında, doğuştan Rum olan Celâleddin Karatay geliyordu.

Bu görece sükûnet, 1256'da ilk kez hassas bir şekilde bozuldu. İran'ın Moğol hükümdarı Hülagu Han, Orta Asya'dan gelen göçebe akınları için yere gereksinim duyup, bu nedenle ordu komutanı Baycu'ya, askerleriyle birlikte Anadolu'ya çekilmesini emreder. Bu, antlaşmaya aykırı davranışın arkasında her ne kadar doğrudan düşmanca bir amaç yoksa da, yine de Moğol göçebeler, Anadolu için ciddi bir tehdit oluşturuyorlardı, özellikle de otlak alanlarını kaybetmeyi göze alması gereken Türkmenler için. Türkmen ve Hıristiyanlardan oluşan Anadolu Selçuklu Sultanlığı ordusu, Moğollar tarafından darmadağın edildi ve Karatay'ın yerine, "Pervane" adıyla tarihe geçen Muineddin Süleyman göreve getirildi.

Bu yıllarda uluslararası dengede önemli değişiklikler oldu. 1261'de Bizanslılar Mikhail VIII. Palaiologos (1259-1282) liderliğinde İstanbul'da yönetimi ele aldılar ve Latin İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdılar. Laskaris Hanedanlığı'nın önem verdiği Batı Anadolu'nun aksine ilgi alanlarını artık Balkan Yarımadası'na çevirdiler. Mısır'da 1252 yılından beri Eyyubî Sultanlarının yerine, Türk kölemenlerden oluşan Memluklar yönetime geçmişti. Memluklar, Moğolları 1260'ta Suriye'de, Ayn Calut yakınında yendiler; böylece putperest Moğollara karşı İslam'ın öncü savaşçıları olarak kendilerini kabul ettirdiler. Anadolu'da güç dengelerindeki bu kayma, her şeyden önce, devletin sınırlarında gittikçe bağımsızlaşan Türkmenlerin işine yaradı. Batı Toroslar'da 1255'te, onu sevmeyen resmî tarihçilere göre kuşkusuz bir haydut diye nitelenen Karaman adlı bir odun tüccarı, bir beyliğin kurucusu olarak ortaya çıktı. Karamanlılar ve diğer Türkmenler, Selçuklu Devleti'ne ve Kilikya'daki Ermenilere destek veren doğal düşmanları Moğollara karşı, Memlukların desteğini istiyorlardı. Ermeniler baştan beri Moğollarla iyi geçinmenin kendi yararlarına olacağını anlamışlardı ve Haçlı çevrelerinde kabul gören, Orta Asyalı bu büyük gücü İslam'a karşı ikinci bir cephe açacak biçimde harekete geçirme planına aktif olarak katılmışlardı. Memluk sultanı Baybars (1260-1277), Romalı Haçlı Ordusu devletlerini hemen tamamen dağıttıktan sonra, Anadolu'ya el atma zamanının geldiği düşüncesindeydi. Bu kararda Pervane'nin de katkısı olası görünmektedir. Baybars, Moğolları 1277'de Elbistan yakınlarında yendi ve Kayseri'de kendini Rum [Anadolu] Sultanı ilan ettirdi. Fakat Selçuklu-Moğol merkezî yönetiminin genel olarak çöküşü beklentisi gerçekleşmedi ve hemen yine geri çekildi. Bu ise, Moğolların merhametinden artık umarı kalmayan Karamanlılara herhalde ciddi olmayanĞ bir Selçuklu veliahdını tahta geçirme fırsatını verdi. Birkaç denemeden sonra bu girişim fiyaskoyla sonuçlandı. Bunun üzerine, ilk önemli kurbanı Pervane olan daha güçlü bir Moğol baskısı süreci başladı. Pervane'nin ardından Sahip Ata adıyla bilinen Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu devlet sanatının siyaset geleneğini bir kez daha temsil etti. Onun 1288 yılında ölümünden sonra anarşi belirgin biçimde yayıldı. Siyasal ve dinsel kardeşlik teşkilatı Ahiler tarafından yönetilen kentler, Türkmenlerle çatışma halindeydi. Moğolların gaddar, fakat zaman içinde etkisiz kalan cezalandırma seferleri, bu kaos ortamına düzen getirmeyi amaçlıyordu. Anadolu'ya gönderilen Moğol valileri, o yerin tavrına ayak uyduruyor ve İran'daki hanlarına karşı darbe eğilimi içine giriyorlardı. Moğol hâkimiyetinin genel olarak gerilemesinden ilk planda Kilikya'daki Ermeniler zarar gördü: Memluklar ve Karamanlılar tarafından kıskaç içine alınarak, 14. yüzyılda tamamen imha edildiler. Moğolların 1300 civarında İslamlaşması, Anadolu'daki politik duruma etki etmesi bakımından geç olmuştur.

Moğollar, Ön Asya tarihine büyük fatih ve yıkıcı olarak geçtiler; bu, Anadolu söz konusu olunca göreceli olarak değerlendirilmesi gereken bir husustur. Ekonomik ve kültürel açıdan bakılınca, [II. Keyhüsrev'in Kösedağ'da Moğollara yenilmesi tarihi olan] 1243 yılı, hiçbir şekilde mutlak bir kesinti ifade etmez. Günümüze kalan kitabeler gösteriyor ki, kervansarayların yapımı, küçük çapta da olsa, bu tarihten sonra da devam etmiş ve ancak Baycu'nun 1256'da Selçuklu topraklarına girmesiyle, on yıllık bir duraksamaya uğramıştır. Pervane zamanında yapım çalışmaları yeniden başlamış, ama Sahip Ata yönetiminin ilk yıllarında durdurulmuş ve 13. yy. sonlarına kadar bir daha gündeme gelmemiştir. Daha sonraki dönem hakkında kesin belgelere sahip değiliz. Moğollar Anadolu'da hiçbir zaman çok sayıda olmadılar. Bu bağlamda onların Anadolu'ya zorladıkları Türkmenler daha önemlidirler, çünkü Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nın sınırlarında toplanmış ve buradan hareketle siyasal açıdan aktif bir rol oynamışlardır.

Güç politikası bakımından önemsiz olan Trabzon Rum İmparatorluğu ve Bizanslıların elinde kalan Nikaia (İznik), Nikomedia (İzmit), Brussa (Bursa), Sardes (Sard), Philadelphia (Alaşehir), Magnesia (Manisa), Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi), Phokaia (Foça) ve Smyrna (İzmir) gibi batıdaki birkaç kent hariç Anadolu, 14. yüzyıl başında Müslümanlarca yönetilmekteydi. Katalon lejyon erleriyle kalkışılan Reconquista başarısız oldu ve Bizans, Anadolu tarihindeki belirleyici faktör rolünden çekildi.

Anadolu Selçuklu Sultanlığı, ismen hâlâ Moğolların hâkimiyeti altında görünürken, gerçekte bağımsız devletlere ayrıldı. Bunun nedeni, Selçuklu Hanedanlığı'nın erkek soyunun 1307'de Moğollar tarafından yok edilmesi değildir, aksine gelişen olayların yanı sıra oluşan bir durumdur; çünkü sultanlar on yıllardır artık anılmaya değer bir rol oynamamışlardır.

Selçuklu-Moğol kurumları en uzun süre Orta ve Doğu Anadolu'da varlığını korumuştur. Oralarda, Kayseri, Sivas ve Tokat merkez olmak üzere Moğol valiler yönetimde bulunmuşlardır. Bunlardan biri olan Eretna, kuşkusuz kısa süreli bir beyliğin kurucusu olmuştur. Güneydoğuda, Ermenek merkez olmak üzere Karaman Beyliği topraklarını genişletmiştir. Beyliğin başkentleri, daha sonra Karaman olarak değiştirilen Larende ve eski sultan kentini ele geçirmek yönünde birkaç girişim başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra da, 1320'lerden itibaren Konya olmuştur. Batıda hâkimiyet, Alişir Beyliği yönetiminde olan ve zaman zaman Sahip Ata ailesinin etkisi altına giren Türk-Kürt aşireti Germiyanoğullarının elindeydi. Beyliğin merkezi Kütahya idi. Önemli bir beylik olan İsfendiyaroğullarının başkenti ise Kastamonu'ydu. Merkezi Antalya olan Hamitoğulları, güney kıyılarını ve arka bölgeyi kontrol ediyorlardı. Beyşehir, Akşehir ve Bolvadin'i elinde bulunduran Eşrefoğulları'nın hâkimiyeti kısa süreli olmuş, 1326'da Karamanoğulları ile Hamitoğulları tarafından paylaşılmıştır.

Bizanslılardan yeni koparılmış bölgelerde de beylikler ortaya çıkmıştır. Menteşe adlı bir Türkmen beyi, daha 13. yüzyılda Karia'da bir hâkimiyet kurup, Milas, Milet ve Muğla'ya el koymuştu. Başta Germiyanoğulları'nın bağımlısı olan Muhammed bin Aydın, Menderes vadisine ve Efes'e hâkimdi. Anadolu'nun kuzeybatı köşesindeki Saruhan ve Karasi beylikleri hakkında, varlıkları dışında fazla bir şey bilinmiyor. O zamanlar çok önemsiz bir hâkimiyet sahasını elinde bulunduran Osmanlılar, Eskişehir'in kuzeybatısındaki Söğüt civarını yurt edinmişlerdi.

Beyliklerin hemen hemen tümü, yanlarında din büyüğü şeyhlerini bulunduran Türkmen beylerine bağlı olup, bu haliyle "Gaza" düşüncesini taşıyorlardı. Ağırlıklı olarak Farisi kültür özellikleri taşıyan Anadolu Selçuklu sultanlarına göre, halka daha yakındılar ve dikkat çekici biçimde, Türk dilinin ve edebiyatının geliştiği çevreyi oluşturuyorlardı. Buna karşın Beylikler Dönemi, kesinlikle Selçuklu geleneğinin kesintiye uğraması olarak değerlendirilmemelidir. Yönetici tabakalar, gelenekçilerin direncini kırdıktan sonra, derhal kent toplumlarına uyum sağlamışlar ve Türkmen beylerinden, tıpkı örnek aldıkları Selçuklular gibi, saraylarda yaşayan ve dinsel ve halk yararına vakfiyeler kuran, geleneksel anlamda İslam hükümdarları ortaya çıkmıştır. Bu arada Osmanlılar dışında, din savaşı (cihad) düşüncesi tavsamıştır. 14. yüzyılda Türkçenin, klasik İslam yazı dilleri Arapça ve Farsçaya karşı bir üstünlüğünden henüz söz edilemez. Fakat Türkmenlerin, o zamanlar belirmeye başlayan İslam kültürüne yakınlaşması önemliydi. Bu nedenle Anadolu'nun tamamen Türkleşmesi yolunda beylikler önemli bir aşama olmuşlardır. Türkmenlerin gittikçe artan yerleşikliği ve Anadolu Bizans kültürünün yok olması bağlamında değerlendirilmesi gereken bu süreç, bu ülkenin siyasal parçalanmışlığı sayesinde önemli ölçüde hızlanmıştır.

Die Türkei: Raum und Mensch, Kultur und Wirtschaft in gegenwart und vergangenheit, Tübingen, 1974, s. 319-334.
Almancadan çeviren: Ali Osman Öztürk
Popüler Tarih Dergisi (artık yayınlanmıyor)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link