20 Aralık 2010 Pazartesi

David Llyod George (Konuşma)

DAVİD LLOYD GEORGE

Londra, 21 Eylül 1914

İki küçük ülkenin hikâyesidir bu. Küçük ülkelere çok şey borçlu­dur dünya... Dünyanın en büyük sanat eserleri, küçük ülkeler tara­fından yaratılmıştır; dünyanın en kalıcı edebiyat ürünleri küçük ül­kelerden çıkmıştır; İngiltere'de edebiyatın en iyi zamanı, bugünkü Belçika büyüklüğünde küçük bir ülke olduğu, büyük bir imparatorluğa karşı savaştığı dönemdir. Kuşaklar boyunca insanlığın ruhunu derinden sarsan kahramanlıklar, özgürlükleri için savaşan küçük ül­kelerin eseri olmuştur. Ve evet, insanlığın kurtuluşu da küçük bir ül­ke eliyle gerçekleşmiştir. Tanrı, en seçme şaraplarını insanlığın du­daklarına taşısın, onların gönlünü şenlendirip düşüncelerini yücelt­sin, inançlarını uyandırıp güçlendirsin diye birer kadeh olarak seç­miştir küçük ülkeleri; ve eğer iki küçük ülke, barbarlığın vahşi elle­riyle ezilip parçalanırken biz öyle durup seyredersek, utancımız çağ­lar boyunca sonsuza dek yankılanacaktır.
Oysa Almanya, bunun aşağı bir uygarlık tarafından üstün bir uy­garlığa karşı girişilmiş bir saldırı olduğu konusunda ısrar ediyor. As­lına bakılırsa saldırı, kendini üstün gören uygarlık tarafından başla­tılmıştır. Ben Rusya'yı mazur göstermeye çalışıyor değilim; en iyi ev­latlarının düşündükçe utanca kapıldığından emin olduğum işler yap­mıştır Rusya. Hangi imparatorluk yapmamıştır ki? Ama Almanya, şerefsizce Rusya'ya el uzatan son imparatorluktur. Rusya, özgürlük uğruna fedakârlıklarda bulunmuştur, büyük fedakârlıklarda. Bir za­manlar, Avrupa'nın gördüğü en merhametsiz zulmün pençesine düş­müş olan Bulgaristan'ın feryadını hatırlıyor musunuz? Kim kulak verdi o feryada? 'Üstün uygarlık' tarafından verilen tek karşılık, Bul­gar köylülerinin özgürlüğü için tek bir Pomeranyalı askeri feda et­meye değmeyeceğiydi. Oysa Kuzey'in 'kaba saba barbarları', Bulga­ristan'ın özgürlüğü uğruna ölmeleri için evlatlarının binlercesini gönderdi. Peki ya İngiltere? Gidin Yunanistan'a; Hollanda'ya, İtal­ya'ya, Almanya'ya, Fransa'ya gidin; bütün bu topraklarda, Britan­ya'nın evlatlarının, o halkların özgürlüğü için can vermiş olduğu yer­leri gösterebilirim size. Fransa da, kendinden çok başka ülkelerin öz­gürlüğü için fedakârlık yapmıştır. Şu dünyada, özgürlüğü için mo­dern Prusya'nın tek bir can feda ettiği bir ülke gösterebilir misiniz bana? İmanımızla biliyoruz ki, uygarlığın en yüksek ölçüsü, başkala­rı için fedakârlıkta bulunmaya gönüllü olmaktır.
Kayzer'in konuşmalarını okudunuz mu? Alman militarizminin gösterişi ve martavallarıyla dolu hepsi: 'Demir yumruk' ve 'pırıltısı göz kamaştıran silahlar'. Şu yaşlı demir yumruğun haline bakın! Par­makları yara bere içinde. Şu pırıltısı göz kamaştıran zavallı silahların haline bakın! Pırıltıları sönmüş. Bütün konuşmalarda hep aynı kaba­dayılık, aynı kendini beğenmişlik. Bu hafta British Weekly'nin verdi­ği özet, savaşmak zorunda olduğumuz ruhu çok güzel ortaya koyu­yor. Kayzer'in, cepheye giden askerlere yaptığı konuşma bu:
“Unutmayın ki, Alman halkı Tanrı'nın seçtiği halktır. Bana, Alman İmparatoru'na, Tanrı'nın Ruhu inmiştir. O'nun kılıcıyım Ben, O'nun silahı ve O'nun vekiliyim. İtaat etmeyenlerin yüzüne tükürün ve korkaklarla imansızlara ölümü götürün.”

Delilik, her zaman başa beladır, ama bazen de gerçekten tehlikeli hale gelir; ve deliliğin, bir Devlet'in başında ortaya çıktığını, büyük bir imparatorluğun politikası haline geldiğini gördüğünüzde, onu gö­zünün yaşına bakmadan ortadan kaldırma zamanı gelmiş demektir. Ben, Kayzer'in bütün bu konuşmalarında ciddi olduğuna inanmıyo­rum; sadece savaş gereği takındığı tutumdu bu. Ama etrafında, bu­nun her kelimesini ciddiye alan adamlar vardı. Onların diniydi bu. Antlaşmalar mı? Almanya'nın ilerlemesinde ayak bağıdır onlar. Kılı­cınızla koparıp atarsınız! Ya küçük ülkeler? Onlar, Almanya'nın iler­lemesi önünde engeldir. Çamura fırlatıp Alman çizmeleri altında çiğ­nersiniz. Rus Slavları? Almanya'nın Avrupa'daki üstünlüğüne bir tehdittir. Üstüne lejyonlarınızı salıp katledin onları! Britanya? Al­manya'nın dünyadaki üstünlüğü için sürekli bir tehdittir o. Alın sila­hını elinden. Hıristiyanlık? Başkaları için fedakârlık yapmaktan bah­sedip duran hastalıklı bir duygusallık! Almanlar'ın hazmedemeyeceği bir yiyecek! Oysa yeni bir yemek lazım bize. Tüm dünyaya zorla yedireceğiz bunu. Ve Almanya'da pişirilmiş olacak: kandan ve de­mirden bir yemek. Geriye ne kaldı? Antlaşmalar gitti. Ulusların onu­ru gitti. Özgürlük gitti. Ne kaldı? Almanya. Almanya kaldı! 'Deutschland über Alles!'*
İşte buna karşı savaşıyoruz biz: Maddiyatçı, katı bir uygarlığın üs­tünlük iddiasına karşı; dünyayı yönetecek ya da nüfuzuna alacak olsa, özgürlük kalmayacak, demokrasi yok olacak. Ve eğer Britanya ile evlat­ları kurtarmaya gelmezse, tüm insanlık için kara bir gün başlayacak.
Prusyalı Junker'leri** ve marifetlerini izlediniz mi? Alman hal­kıyla değil bizim kavgamız. Alman halkı, bu askeri kastın topukları altında ezilmektedir; bu askeri kast ortadan kaldırıldığı gün, Alman köylüsü, zanaatkarı ve esnafı da bayram edecektir. İddialarını bili­yorsunuz. Kendilerini yarı tanrı zannediyorlar. Onlar kaldırımdan yürürken siviller, kanlarıyla birlikte lağım çukuruna itiliyor; büyük bir Prusya askerinin yoluna çıkmaya hakları yok çünkü. Erkekler, kadınlar, uluslar; hepsi de yoldan çekilmek zorunda. Ona kalırsa, "Acelemiz var," demesi yeterli. Belçika'ya da bu cevabı vermişti: "Hızlı hareket etmek, Almanya'nın en büyük üstünlüğüdür,"; yani, "Benim acelem var, çekil yolumdan!" Şu yollarda dehşet yaratan sü­rücüleri bilirsiniz; altlarında altmış beygir gücünde bir araba vardır; bütün yollar kendilerinin sanırlar ve arabalarının hızını kesecek olan herkesi, saatte bir mil hızla devirip geçerler. Prusyalı Junker, Avrupa yollarının kabadayısıdır. Önüne çıkan küçük uluslar, kanlar içinde ve paramparça, yol kenarına fırlatılır. Kadınlarla çocuklar, acımasız arabasının tekerlekleri altında ezilir ve Britanya'ya da yol­dan çekilmesi emredilir. Bütün söyleyebileceğim şudur benim: Eğer Britanyalılar'ın yüreklerinde eski Britanya ruhu yaşıyorsa, bu kaba­dayı sürücü koltuğundan indirilecektir. Kazanacak olursa, Kutsal Ittifak'ın*** kuruluşundan ve yükselişinden beri demokrasinin içine düştüğü en büyük felaket olur bu.
Onları yenemeyiz sanıyorlar. Kolay da olmayacak. Uzun bir uğraş olacaktır bu; korkunç bir savaş olacaktır; ama sonunda, dehşetin içinden geçip zafere yürüyeceğiz. Bütün niteliklerimize ihtiyaç duya­cağız, Britanya'nın ve halkının sahip olduğu bütün niteliklere: Tartı­şıp görüşmede soğukkanlılık, eylemde yüreklilik, amaçta sebatkârlık, yenilgide cesaret, zaferde ölçülülük; ve yapılan her işte inanç.
Bizim çökmüş ve yozlaşmış bir halk olduğumuza seve seve inanıp bu inancı yaymaya çalıştılar. Profesörleri aracılığıyla, bütün dünyaya bizim kahraman bir ulus olmadığımızı, maun masaların arkasına saklanıp, daha yiğit ulusları kışkırtarak felakete sürüklediğimizi an­latıyorlar. Almanya'da şöyle deniyor bizim için: "Donanmasına güve­nen, korkak, namert bir ulus." Galiba nerede yanlış yaptıklarını anla­maya başladılar bile. Britanya'da daha şimdiden yarım milyon genç erkek, denizleri aşıp Fransa ile Almanya'nın savaş meydanlarında, Britanyalılar'ın cesurluğu konusundaki bu hakareti onların ağızları­na tıkmak için Kral'ın huzurunda ant içti bile. Yarım milyon daha la­zım bize; ve bulacağız da.
Böyle bir fırsat yakaladığınız için siz gençlere imreniyorum. Kara Kuvvetleri için yaş sınırı getirdiler ve ne yazık ki bu sınırı fazlasıyla aşmış durumdayım ben. Büyük bir fırsat bu, insanlığın evlatlarına an­cak yüzlerce yılda bir gelen bir fırsat. Çoğu kuşağa, kasvet ve yorgun­lukla gelir fedakârlık fırsatı. Oysa bugün sizlere ve hepimize, özgürlük uğruna girişilecek büyük bir hareketin şanına ve parıltısına bürünmüş geliyor; tüm Avrupa'da milyonlarca insanı aynı soylu amaç uğruna ha­rekete geçiren bir fırsat bu. İki kuşak boyunca insanların üstüne göl­gesi düşmüş, şimdi de dünyaya kan ve ölüm getirmek için uğraşan as­keri bir kastın esaretinden Avrupa'yı kurtarmak için girişilecek büyük bir savaş. Şimdiden canını verenler oldu bile. Kendi canlarından fazla­sını, en sevgili varlıklarının canlarını verenler de oldu. Onların cesare­tini selamlıyor, Tanrı'dan hepsine huzur ve kuvvet vermesini diliyo­rum. Ama zaten ödüllerini almışlardır onlar; ölenler, ölümlerin en kutsalıyla vermiştir canını. Yeni bir Avrupa'nın, yeni bir dünyanın kuru­luşunda rol oynamıştır onlar. Savaş meydanının alevleri arasında, bu kuruluşun işaretlerini görebiliyorum.
Bu mücadele, bütün ülkelerdeki insanlara şu anda anlayabildikle­rinden çok daha fazlasını kazandıracaktır. Özgürlüklerini tehdit eden en büyük beladan kurtulacaklardır. Ama hepsi bu kadar değil. Daha şimdiden bu büyük çarpışmanın ortaya çıkarmaya başladığı çok da­ha büyük ve kalıcı bir şey vardır: Eskisinden çok daha güçlü, çok da­ha soylu ve çok daha yüce bir yeni yurtseverlik. Üst ve alt, bütün sı­nıflarda, insanların bencillikten sıyrıldığını, bir ülkenin onurunun sadece felaket alanında şanını sürdürmekte değil, aynı zamanda evi­ni sıkıntıdan korumakta olduğunun anlaşılmaya başladığını görüyo­rum. Bütün sınıflara yeni bir bakış açısı kazandırıyor bu. Ülkenin batağa gömülmesine yol açan lüks ve aylaklık fırtınası diniyor artık, yepyeni bir Britanya ortaya çıkıyor. Hayatta gerçekten değer taşıyan ve tropikal bölgelerden gelen zenginlik yüzünden görüş alanımızdan kaybolmuş olan temel şeyleri ilk kez görebiliyoruz.
Bu savaşın bize neler getirdiği konusunda kısa bir şey anlatabilir miyim sizlere? Kuzey Galler'de, dağlarla deniz arasında bir vadi var bildiğim. Güzel bir vadi, sımsıcak, huzurlu; dağlar, bütün sert fırtına­lardan koruyor onu. Ama çok gevşetip zayıflatıyor insanı. Koca dağla­rı uzaktan görebilmek için delikanlıların nasıl köyün yukarısındaki tepeye tırmandığını hatırlıyorum; hem tepelerin doruklarından gelen esintiyle, hem de onların büyüklüğünü görerek kendilerine gelip zin­deleşmek için tırmanırlardı oraya. İşte biz de kuşaklar boyu korunak­lı bir vadide yaşıyorduk. Fazla rahata gömülmüş, fazla yumuşamıştık, belki birçoğumuz fazlasıyla kendini düşünür olmuştu. Ve kaderin güçlü eli, bir ulus için gerçekten önemli ve kalıcı olan şeyleri görebile­ceğimiz bir yüksekliğe çıkardı bizi; unuttuğumuz yüksek doruklar -Şeref, Vazife, Yurtseverlik ve parlaklığı gözümüzü alan beyaz bulut­ların arasında, cenneti gösteren nasırlı bir parmağı andıran büyük fedakârlık doruğu... Vadilere ineceğiz yine; ama bu kuşağın erkekleri ve kadınları hayatta kaldıkça, büyük savaşın sarsıntısıyla Avrupa'da yer yerinden oynarken temellerinde en ufak bir kıpırtı olmayan o bü­yük dağ doruklarının görüntüsünü yüreklerinde taşıyacaktır.
Queen's Hail konuşmasını yaptığı andan itibaren Lloyd George, Başbakan Asquith'e meydan okudu. "Farkında olmadan, hatta belki istemeden, kendisini savaşı daha iyi yürütecek adam olarak öne sü­rüyordu," diyor A. J. P. Taylor. Lloyd George, 1916'da başbakan oldu ve Britanya'yı zafere götürdü.
*Almanya her şeyin üstünde
**Junkerler : Almanca’da toprak sahibi,milliyetçi, militarist ve anti-demokratik tavırlarıyla tanınmış soylu sınıf
***19.yüzyılda Kıta Avrupa’sı devletleri tarafından oluşturulmuş ittifak. Orta Avrupa’daki baskıcı rejimlerin kökeninin bu ittifakla atıldığı iddia edilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link