DAVİD LLOYD GEORGE
Londra, 21 Eylül 1914
İki küçük ülkenin hikâyesidir bu. Küçük ülkelere çok şey borçludur dünya... Dünyanın en büyük sanat eserleri, küçük ülkeler tarafından yaratılmıştır; dünyanın en kalıcı edebiyat ürünleri küçük ülkelerden çıkmıştır; İngiltere'de edebiyatın en iyi zamanı, bugünkü Belçika büyüklüğünde küçük bir ülke olduğu, büyük bir imparatorluğa karşı savaştığı dönemdir. Kuşaklar boyunca insanlığın ruhunu derinden sarsan kahramanlıklar, özgürlükleri için savaşan küçük ülkelerin eseri olmuştur. Ve evet, insanlığın kurtuluşu da küçük bir ülke eliyle gerçekleşmiştir. Tanrı, en seçme şaraplarını insanlığın dudaklarına taşısın, onların gönlünü şenlendirip düşüncelerini yüceltsin, inançlarını uyandırıp güçlendirsin diye birer kadeh olarak seçmiştir küçük ülkeleri; ve eğer iki küçük ülke, barbarlığın vahşi elleriyle ezilip parçalanırken biz öyle durup seyredersek, utancımız çağlar boyunca sonsuza dek yankılanacaktır.
Oysa Almanya, bunun aşağı bir uygarlık tarafından üstün bir uygarlığa karşı girişilmiş bir saldırı olduğu konusunda ısrar ediyor. Aslına bakılırsa saldırı, kendini üstün gören uygarlık tarafından başlatılmıştır. Ben Rusya'yı mazur göstermeye çalışıyor değilim; en iyi evlatlarının düşündükçe utanca kapıldığından emin olduğum işler yapmıştır Rusya. Hangi imparatorluk yapmamıştır ki? Ama Almanya, şerefsizce Rusya'ya el uzatan son imparatorluktur. Rusya, özgürlük uğruna fedakârlıklarda bulunmuştur, büyük fedakârlıklarda. Bir zamanlar, Avrupa'nın gördüğü en merhametsiz zulmün pençesine düşmüş olan Bulgaristan'ın feryadını hatırlıyor musunuz? Kim kulak verdi o feryada? 'Üstün uygarlık' tarafından verilen tek karşılık, Bulgar köylülerinin özgürlüğü için tek bir Pomeranyalı askeri feda etmeye değmeyeceğiydi. Oysa Kuzey'in 'kaba saba barbarları', Bulgaristan'ın özgürlüğü uğruna ölmeleri için evlatlarının binlercesini gönderdi. Peki ya İngiltere? Gidin Yunanistan'a; Hollanda'ya, İtalya'ya, Almanya'ya, Fransa'ya gidin; bütün bu topraklarda, Britanya'nın evlatlarının, o halkların özgürlüğü için can vermiş olduğu yerleri gösterebilirim size. Fransa da, kendinden çok başka ülkelerin özgürlüğü için fedakârlık yapmıştır. Şu dünyada, özgürlüğü için modern Prusya'nın tek bir can feda ettiği bir ülke gösterebilir misiniz bana? İmanımızla biliyoruz ki, uygarlığın en yüksek ölçüsü, başkaları için fedakârlıkta bulunmaya gönüllü olmaktır.
Kayzer'in konuşmalarını okudunuz mu? Alman militarizminin gösterişi ve martavallarıyla dolu hepsi: 'Demir yumruk' ve 'pırıltısı göz kamaştıran silahlar'. Şu yaşlı demir yumruğun haline bakın! Parmakları yara bere içinde. Şu pırıltısı göz kamaştıran zavallı silahların haline bakın! Pırıltıları sönmüş. Bütün konuşmalarda hep aynı kabadayılık, aynı kendini beğenmişlik. Bu hafta British Weekly'nin verdiği özet, savaşmak zorunda olduğumuz ruhu çok güzel ortaya koyuyor. Kayzer'in, cepheye giden askerlere yaptığı konuşma bu:
“Unutmayın ki, Alman halkı Tanrı'nın seçtiği halktır. Bana, Alman İmparatoru'na, Tanrı'nın Ruhu inmiştir. O'nun kılıcıyım Ben, O'nun silahı ve O'nun vekiliyim. İtaat etmeyenlerin yüzüne tükürün ve korkaklarla imansızlara ölümü götürün.”
Delilik, her zaman başa beladır, ama bazen de gerçekten tehlikeli hale gelir; ve deliliğin, bir Devlet'in başında ortaya çıktığını, büyük bir imparatorluğun politikası haline geldiğini gördüğünüzde, onu gözünün yaşına bakmadan ortadan kaldırma zamanı gelmiş demektir. Ben, Kayzer'in bütün bu konuşmalarında ciddi olduğuna inanmıyorum; sadece savaş gereği takındığı tutumdu bu. Ama etrafında, bunun her kelimesini ciddiye alan adamlar vardı. Onların diniydi bu. Antlaşmalar mı? Almanya'nın ilerlemesinde ayak bağıdır onlar. Kılıcınızla koparıp atarsınız! Ya küçük ülkeler? Onlar, Almanya'nın ilerlemesi önünde engeldir. Çamura fırlatıp Alman çizmeleri altında çiğnersiniz. Rus Slavları? Almanya'nın Avrupa'daki üstünlüğüne bir tehdittir. Üstüne lejyonlarınızı salıp katledin onları! Britanya? Almanya'nın dünyadaki üstünlüğü için sürekli bir tehdittir o. Alın silahını elinden. Hıristiyanlık? Başkaları için fedakârlık yapmaktan bahsedip duran hastalıklı bir duygusallık! Almanlar'ın hazmedemeyeceği bir yiyecek! Oysa yeni bir yemek lazım bize. Tüm dünyaya zorla yedireceğiz bunu. Ve Almanya'da pişirilmiş olacak: kandan ve demirden bir yemek. Geriye ne kaldı? Antlaşmalar gitti. Ulusların onuru gitti. Özgürlük gitti. Ne kaldı? Almanya. Almanya kaldı! 'Deutschland über Alles!'*
İşte buna karşı savaşıyoruz biz: Maddiyatçı, katı bir uygarlığın üstünlük iddiasına karşı; dünyayı yönetecek ya da nüfuzuna alacak olsa, özgürlük kalmayacak, demokrasi yok olacak. Ve eğer Britanya ile evlatları kurtarmaya gelmezse, tüm insanlık için kara bir gün başlayacak.
Prusyalı Junker'leri** ve marifetlerini izlediniz mi? Alman halkıyla değil bizim kavgamız. Alman halkı, bu askeri kastın topukları altında ezilmektedir; bu askeri kast ortadan kaldırıldığı gün, Alman köylüsü, zanaatkarı ve esnafı da bayram edecektir. İddialarını biliyorsunuz. Kendilerini yarı tanrı zannediyorlar. Onlar kaldırımdan yürürken siviller, kanlarıyla birlikte lağım çukuruna itiliyor; büyük bir Prusya askerinin yoluna çıkmaya hakları yok çünkü. Erkekler, kadınlar, uluslar; hepsi de yoldan çekilmek zorunda. Ona kalırsa, "Acelemiz var," demesi yeterli. Belçika'ya da bu cevabı vermişti: "Hızlı hareket etmek, Almanya'nın en büyük üstünlüğüdür,"; yani, "Benim acelem var, çekil yolumdan!" Şu yollarda dehşet yaratan sürücüleri bilirsiniz; altlarında altmış beygir gücünde bir araba vardır; bütün yollar kendilerinin sanırlar ve arabalarının hızını kesecek olan herkesi, saatte bir mil hızla devirip geçerler. Prusyalı Junker, Avrupa yollarının kabadayısıdır. Önüne çıkan küçük uluslar, kanlar içinde ve paramparça, yol kenarına fırlatılır. Kadınlarla çocuklar, acımasız arabasının tekerlekleri altında ezilir ve Britanya'ya da yoldan çekilmesi emredilir. Bütün söyleyebileceğim şudur benim: Eğer Britanyalılar'ın yüreklerinde eski Britanya ruhu yaşıyorsa, bu kabadayı sürücü koltuğundan indirilecektir. Kazanacak olursa, Kutsal Ittifak'ın*** kuruluşundan ve yükselişinden beri demokrasinin içine düştüğü en büyük felaket olur bu.
Onları yenemeyiz sanıyorlar. Kolay da olmayacak. Uzun bir uğraş olacaktır bu; korkunç bir savaş olacaktır; ama sonunda, dehşetin içinden geçip zafere yürüyeceğiz. Bütün niteliklerimize ihtiyaç duyacağız, Britanya'nın ve halkının sahip olduğu bütün niteliklere: Tartışıp görüşmede soğukkanlılık, eylemde yüreklilik, amaçta sebatkârlık, yenilgide cesaret, zaferde ölçülülük; ve yapılan her işte inanç.
Bizim çökmüş ve yozlaşmış bir halk olduğumuza seve seve inanıp bu inancı yaymaya çalıştılar. Profesörleri aracılığıyla, bütün dünyaya bizim kahraman bir ulus olmadığımızı, maun masaların arkasına saklanıp, daha yiğit ulusları kışkırtarak felakete sürüklediğimizi anlatıyorlar. Almanya'da şöyle deniyor bizim için: "Donanmasına güvenen, korkak, namert bir ulus." Galiba nerede yanlış yaptıklarını anlamaya başladılar bile. Britanya'da daha şimdiden yarım milyon genç erkek, denizleri aşıp Fransa ile Almanya'nın savaş meydanlarında, Britanyalılar'ın cesurluğu konusundaki bu hakareti onların ağızlarına tıkmak için Kral'ın huzurunda ant içti bile. Yarım milyon daha lazım bize; ve bulacağız da.
Böyle bir fırsat yakaladığınız için siz gençlere imreniyorum. Kara Kuvvetleri için yaş sınırı getirdiler ve ne yazık ki bu sınırı fazlasıyla aşmış durumdayım ben. Büyük bir fırsat bu, insanlığın evlatlarına ancak yüzlerce yılda bir gelen bir fırsat. Çoğu kuşağa, kasvet ve yorgunlukla gelir fedakârlık fırsatı. Oysa bugün sizlere ve hepimize, özgürlük uğruna girişilecek büyük bir hareketin şanına ve parıltısına bürünmüş geliyor; tüm Avrupa'da milyonlarca insanı aynı soylu amaç uğruna harekete geçiren bir fırsat bu. İki kuşak boyunca insanların üstüne gölgesi düşmüş, şimdi de dünyaya kan ve ölüm getirmek için uğraşan askeri bir kastın esaretinden Avrupa'yı kurtarmak için girişilecek büyük bir savaş. Şimdiden canını verenler oldu bile. Kendi canlarından fazlasını, en sevgili varlıklarının canlarını verenler de oldu. Onların cesaretini selamlıyor, Tanrı'dan hepsine huzur ve kuvvet vermesini diliyorum. Ama zaten ödüllerini almışlardır onlar; ölenler, ölümlerin en kutsalıyla vermiştir canını. Yeni bir Avrupa'nın, yeni bir dünyanın kuruluşunda rol oynamıştır onlar. Savaş meydanının alevleri arasında, bu kuruluşun işaretlerini görebiliyorum.
Bu mücadele, bütün ülkelerdeki insanlara şu anda anlayabildiklerinden çok daha fazlasını kazandıracaktır. Özgürlüklerini tehdit eden en büyük beladan kurtulacaklardır. Ama hepsi bu kadar değil. Daha şimdiden bu büyük çarpışmanın ortaya çıkarmaya başladığı çok daha büyük ve kalıcı bir şey vardır: Eskisinden çok daha güçlü, çok daha soylu ve çok daha yüce bir yeni yurtseverlik. Üst ve alt, bütün sınıflarda, insanların bencillikten sıyrıldığını, bir ülkenin onurunun sadece felaket alanında şanını sürdürmekte değil, aynı zamanda evini sıkıntıdan korumakta olduğunun anlaşılmaya başladığını görüyorum. Bütün sınıflara yeni bir bakış açısı kazandırıyor bu. Ülkenin batağa gömülmesine yol açan lüks ve aylaklık fırtınası diniyor artık, yepyeni bir Britanya ortaya çıkıyor. Hayatta gerçekten değer taşıyan ve tropikal bölgelerden gelen zenginlik yüzünden görüş alanımızdan kaybolmuş olan temel şeyleri ilk kez görebiliyoruz.
Bu savaşın bize neler getirdiği konusunda kısa bir şey anlatabilir miyim sizlere? Kuzey Galler'de, dağlarla deniz arasında bir vadi var bildiğim. Güzel bir vadi, sımsıcak, huzurlu; dağlar, bütün sert fırtınalardan koruyor onu. Ama çok gevşetip zayıflatıyor insanı. Koca dağları uzaktan görebilmek için delikanlıların nasıl köyün yukarısındaki tepeye tırmandığını hatırlıyorum; hem tepelerin doruklarından gelen esintiyle, hem de onların büyüklüğünü görerek kendilerine gelip zindeleşmek için tırmanırlardı oraya. İşte biz de kuşaklar boyu korunaklı bir vadide yaşıyorduk. Fazla rahata gömülmüş, fazla yumuşamıştık, belki birçoğumuz fazlasıyla kendini düşünür olmuştu. Ve kaderin güçlü eli, bir ulus için gerçekten önemli ve kalıcı olan şeyleri görebileceğimiz bir yüksekliğe çıkardı bizi; unuttuğumuz yüksek doruklar -Şeref, Vazife, Yurtseverlik ve parlaklığı gözümüzü alan beyaz bulutların arasında, cenneti gösteren nasırlı bir parmağı andıran büyük fedakârlık doruğu... Vadilere ineceğiz yine; ama bu kuşağın erkekleri ve kadınları hayatta kaldıkça, büyük savaşın sarsıntısıyla Avrupa'da yer yerinden oynarken temellerinde en ufak bir kıpırtı olmayan o büyük dağ doruklarının görüntüsünü yüreklerinde taşıyacaktır.
Queen's Hail konuşmasını yaptığı andan itibaren Lloyd George, Başbakan Asquith'e meydan okudu. "Farkında olmadan, hatta belki istemeden, kendisini savaşı daha iyi yürütecek adam olarak öne sürüyordu," diyor A. J. P. Taylor. Lloyd George, 1916'da başbakan oldu ve Britanya'yı zafere götürdü.
*Almanya her şeyin üstünde
**Junkerler : Almanca’da toprak sahibi,milliyetçi, militarist ve anti-demokratik tavırlarıyla tanınmış soylu sınıf
***19.yüzyılda Kıta Avrupa’sı devletleri tarafından oluşturulmuş ittifak. Orta Avrupa’daki baskıcı rejimlerin kökeninin bu ittifakla atıldığı iddia edilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder