25. Blok
Kızlar... Yunanlılar... beni dinleyecekler,
Her şeyi şarkıyla anlatacağım anlamanız için.
Bu gördüğünüz bacalar en büyük ölüm fabrikasının.
Binlerce Yahudi, yaşlı genç ve çocuk
Kucaklaşıyorlar alevlerle.
Beni de yakacaklarını biliyorum.
Bir süre sonra ortalarda olmayacağım
Yorgun gözlerimin gördüklerini anlamak için
Beni duyuyor musunuz? İnanın bana.
Gerçek bu dehşet, ben her gün yaşıyorum.
Kızlar... Yunanlılar... yalvarırım size.
Buradan sağ kurtulursanız eğer,
Dünyaya anlatın size söylediğini bu şarkının.
Auschwitz'de 4. krematoryum iş ekibinde meçhul bir Yunan Yahudisinin Şarkısı
Yunan ordusu 1941 Nisanında Selanik’i boşalttı. Askerler kentten çıkmadan petrol, cephane ve yiyecek stoklarının Almanların eline düşmemesi için mümkün olduğu kadar çok depoyu yaktılar. Halka gelecek kötü günlere hazırlık olarak bulabildiği her şeyi stok etmesi söylendi. Panzerler ve zırhlı araçlar Via Egnatia'dan geçerken Selanikliler evlerinde kalıp fırtınanın uzaklaşmasını beklediler. Ancak bu arada Yunanlı Yahudi düşmanları dükkanlara ve lokantalara 'Yahudiler Giremez' yaftaları asmaya başlamışlardı. Yahudi cemaatinin ileri gelenleri tutuklandı ve bir kısmının mallarına el konuldu. Birkaç gün sonra burnunda bir svastika dalgalanan büyük bir araba Koromilas Sokağında Salvator Kounio'nun yalısının önünde durdu. O sırada henüz on dört yaşında olan Salvator'un kızı Erika şunları hatırlıyor: "Göğüslerinde madeni plaketler olan iki Alman devi babamı sordular. Babam yüzü solgun ve korku içinde aşağı indi. Bir şey söylemeden onu arabaya atıp götürdüler."
Erika, ağabeyi, büyükbabası ve annesi saatlerce heyecan içinde bekledikten sonra Salvator basit bir açıklamayla döndü. Almanların fotoğraf makineleri ve filme ihtiyaçları vardı, kendisinin de Venizelos Sokağında büyük bir fotoğrafçı dükkanı olduğundan önce ona gelmişlerdi. Erika'nın dedesi Ernst Löwy, "Ben sana söylemişim.Almanlar uygar ve kültürlü insanlardır Beethoven, Goethe ve Heine’yi çıkarmış bir millet kötülük yapmaz!" dedi. Büyükbaba Karlsbad'lıydı (şimdi Çek Cumhuriyetinde Karlovy-Vary) ve Birinci Dünya Savaşında çarpışmıştı. Hitlerizmin İngiliz propagandası olduğuna inandıkları için 1939'da Karlsbad’dan istemeyerek ayrılıp Selanik'e kızlarının yanına gelmişlerdi.
Selanik'teki Alman işgalinin ilk yılında Löwy haklı görünmüştü. 50.000 Yahudiye karşı özel bir önlem alınmış değildi. 1941-42 kışında bütün kent açlık çekmişti, ama durumları yine de Atina'nınki kadar kötü değildi. Kounio ailesinde bir iyimserlik bile vardı. Erika, ana babasının konuşmalarına kulak misafiri oluyordu: "Yahudileri rahat bırakacaklar, görürsün! Nürnberg yasalarını uygulamadılar! Yapacaklarını Almanya'da yaptılar."
Selanik Yahudileri Orta Avrupa Yahudilerinden farklıydı. Dilleri başkaydı ve kuzey Avrupa antisemitizmi kadar kötü bir şeyle uzaktan bile bir tanışıklıkları olmamıştı. Yirminci yüzyılda Yunanlılar arasında Yahudi aleyhtarı bir görüş belirmişse de bu, ekonomik rekabetten kaynaklanıyordu ve çok az taraftar bulabilmişti. Bu nedenle Selanik Yahudileri başlarına geleceklere hazırlıklı değillerdi. Alman ajanlarının 1937'den beri Yunanistan'ın Yahudi cemaatinin sistematik bir envanterini çıkardıklarından haberleri yoktu. Bu işlem, annesi Yunanlı olan ve Atina’ya William Lions adında bir İngiliz Yahudisiymiş gibi gelen Hans Reegler ilee başlamıştı. Reegler’in otuz ajandan oluşan ekibi öyle kapsamlı bir hazırlık yapmıştı ki, Sonderkommando Rosenberg 1942'de Selanik'e geldiğinde paha biçilmeyen değerde kitap, belge ve kutsal yazılar koleksiyonunun nerelerde bulunacağını biliyordu. Selanik'in Yahudi kültürü Osmanlı, Balkanlar ve İspanyol etkileri taşıdığı için Alfred Rosenberg'in Yahudi tarihi ve kültürü müzesi için özellikle ilginçti.
Selanik'in baş yöneticisi Dr.Max Merten 1942 Temmuzunun sıcak bir sabahında on sekiz ila kırk beş yaş arasındaki bütün Yahudilerin sabah saat sekizde kent merkezindeki Eleftherios Meydanında toplanmalarını emretti. 1908’de Jöntürkler kardeşlik ve eşitlik manifestolarını on dilde olmak üzere orada okumuşlardı. Almanlar iş taburları için birkaç bin kişi seçmek istiyorlar ama bunu aynı zamanda bir aşağılamaya dönüştürmek istiyorlardı. O sıcak altında giyinik olan 9.000 kişiye altı buçuk saat jimnastik ve talim yaptırıldı. "Dövülmek, kırbaçlanmak, kurşuna dizilmek veya köpeklerin üzerlerine salınması tehditleri altında dakikalarca kıpırdamadan ve gözlerini kırpmadan sıcak temmuz güneşine bakmak zorundaydılar. Biri gözlerini indirir ya da yorgunluktan çevirirse kan gelene kadar dövülüyordu... SS, kurbanlarına evlerine dönerken ilk 150 metreyi koşarak veya emekleyerek, yerde taklalar atarak gitmelerini emretti." Ondan sonraki günler içinde pek çok kişi beyin kanamasından veya menenjitten öldü. Bu "oyunlar” ve zorunlu çalışma programı Yahudileri sürgün için değil, soymak için yumuşatma amacını güdüyordu. Yirmi sekiz yaşındaki Merten her şeyden önce haraç alma peşindeydi. Zorunlu çalışma için seçilen Yahudilerin 12.000 sterlinlik altın karşılığında bağışık tutulmasını sağlıyordu. Savaştan sonraki mahkemesinde onun açgözlülüğünün kurbanları rüşvet ve kurtarmalıkların nakit olarak torbalar içinde el arabalarıyla getirildiğini anlatmışlardır.
Selanik'in baş Hahamı Zevi Koretz kendisinden istenen her şeyi kabul ediyordu. Koretz Yahudilerin boyun eğerek imha edilmekten kurtulabileceklerine inanıyordu. Haham iyiniyetliydi ama Alman yetkililerinin hayatlarını kolaylaştırdığı da kesindi.Erika Kounio 1942 sonbaharında okula döndüğünde hava değişmişti. Yahudi arkadaşları zorunlu çalışmadan feci durumlarda dönen babalarını ve amcalarını anlatıyorlardı. Erika ile ailesi geceleri kapılarını kilitlerler, radyonun başında toplanıp BBC'nin en son haberlerini dinlerlerdi. Kasımda 'iki Polonyalı Yahudinin Lublin'de 'Lager' denilen bir yerden kaçtıklarını duydular. Haber spikeri tarafsız sesiyle burada Yahudilerin kitle halinde öldürüldüklerini söylemişti." Her geçen ay yeni bir kötü gelişme getiriyordu. Merten'in bürosu 1492 göçünden kalan Yahudi mezarlıklarına el konulacağını, isteyen Yahudilerin akrabalarının kemiklerini alabileceklerini bildirdi. Mermer mezartaşlarının tümüne el konulup bir cadde yapıldı ki, günümüzde halkın hâlâ bunların üstünde yürümesi demokrat Yunanistan'ın bir ayıbıdır. Yine mezar taşlarından hamamlar ve Almanlar için açık bir yüzme havuzu yapıldı.
Erîka 1943 Şubatında babasının şöyle dediğini duydu: "Bir SS Sonderkomrnandosu geldi, başında Brunner ve Wisliceny vardı. Bu hiç hoşuma gitmedi." Doğu Prusyalı, otuz yaşındaki avukat Dieter Wisliceny 1942'de Slovakya’nın Yahudi cemaatini kısa zamanda temizlemekle Adolf Eichmann'ın gözüne girmişti. (Savaştan sonra bu suçundan dolayı Slovakya'da idam edilmiştir.) Yirmi üç yaşındaki Alois Brunner daha az titiz bir bürokrat, ama daha şiddetli bir sadistti [bu kitabın yazıldığı sırada hâlâ Suriye devletinin, konukseverliğinden yararlandığına inanılmaktadır).
Wisliceny Yahudilerin aleyhinde kararlar almaya başladı: armalar, hareket kısıtlaması, mal ve emlaka el konulması ve son olarak gettolaşma. Ancak Yahudiler kent nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturduklarından bu sonuncusu kolay olmadı. Birbirine bitişik olmayan bir çok getto yapıldı; bunlardan biri de bugün Selanik'in en lüks semti olan Kalamaria'dır.En kalabalık olanına da Avusturya-Macaristan imparatorluğunun büyük Yahudi inşaatçısı Baron Hirsch'in adı verildi.
Baron Hirsch kampı yüksek bir ahşap çit ve dikenli telle çevriliydi. Üç girişteki Almanca, Yunanca ve Ladino dilindeki yaftalarda Yahudilerin kamptan çıkmalarının ve Yahudi olmayanların kampa girişinin cezasının ölüm olduğu belirtiliyordu. Mart başlarında Baron Hirsch'te 593 odaya 2.500 kişi sıkıştırılmıştı. Getto sakinleri arabalar ve el arabalarıyla eşyalarını daracık sokaklarda taşırken müthiş bir karışıklık oluyordu. İnsanlar çocukları için daha geniş bir yer arıyorlar, yiyecek ya da sıcak tutacak bir iki parça giyecek için değiş tokuş yapmaya çalışıyorlardı. Geceleri SS'ler projektörlerini ana girişin yakınındaki meydana çeviriyorlar ve Goebbels'in propaganda Bakanlığı kameraları çalışırken halktan dans edip şarkı söylemelerini istiyorlardı.
Bu gettoya yerleştirilen ilk 2.500 kişi yoksul mahallelerden gelen işçi Yahudilerdi, aralarında sadece iki zengin aile vardı: Salem ve Kounio aileleri. Wisliceny geldiğinde Erika ile ailesi yalılarından varoşlardaki gettolardan birinde çok daha küçük bir eve taşınmışlardı. 10 Mart 1943'te evlerine gelen bir SS subayı eşyalarını toplayıp iki saat içinde Baron Hirsch'e gitmelerini emretti. Erika'nın babası varlığını korumak için işini gizlice bir Yunanlı dostuna devretmişti. Ancak biri kendisini SS'lere ihbar etmişti ve cezaları da bu yer değiştirmeydi. Erika şöyle yazıyor: "Erkekler, kadınlar, çocuklar, bebekler hepsi hareket halinde... Sonunda camları kırık bir kahve bulduk. Çatıdan akan yağmur yerde birikintiler oluşturuyordu... Donuyorduk, açtık, soğuk ve umutsuzluktan o gece hiç uyumadık."
Salvator Almanların bütün drahmilerini zlotiye çevirmelerini istedikleri için 'banka' önünde kuyruğa girmişti. Para Polonya'ya vardıklarında kendilerine çek olarak ödenecekti. Kounio'lar böylece nereye gideceklerini öğrenmiş oldular. Erika büyük kapıdan bakınca Via Egnatia'nın öteki yanındaki Selanik tren istasyonunu görüyordu. Baron Hirsch yüzyılın başında demiryolunu Selanik'e kadar getirdikten sonra Rusya'daki pogrom kurbanlarının kalması için istasyonun karşısına bir imarethane yaptırtmıştı. Bir zamanlar Hirsch döneminin Yahudileri için kurtuluş ve tedavi mekânı olan bina şimdi Auschwitz yolunda son çıkış noktasıydı "Sefalet devam ediyordu" diye yazıyor Erika. "İkinci günü dehşet ve daha çok şaşkınlık içinde tamamladık. Bir gün sonra herkes istasyonlarda hazırlanan yük vagonlarından söz ediyordu... Kırk vagon! Bindirilmeyi bekleyen sonsuz bir kuyruk".
Hirsch'in büyük girişimi Orta ve Doğu Avrupa'yı Balkanlara bağlayan sık bir demiryolu ağıyla sonuçlanmış ve Selanik'e ticaret ve refah gelmişti. Yarım yüzyıl sonra kent Yahudileri aynı demiryolu ile en güneyden en kuzey uç olan ,Krakow'a taşınıyorlardı. Ağlayıp inleyen kalabalık itile kakıla vagonlara doldurulurken Erika annesine, babasına ve küçük kardeşi Heinz'a sıkı sıkı tutunuyordu. "Kapılar kapatıldı. Vagon patlayacak gibiydi.. Erkekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar... herkes aynı anda ağlıyor, inliyor, bağırıyor, konuşuyordu! Vagonun bir ucunda bir torba içinde peksimet, kurtlu incirler ve zeytin vardı. Ortada bir kova duruyordu!"
Vagonlar yedi ya da sekiz gün sonra panik içindeki insan kitlesini Polonya kışının ortasına bıraktılar. SS'ler tabancalarını ve kırbaçlarını sallayarak koşuşturuyorlar, köpekler kayışlarını kopartacakmış gibi gerili, dişlerini gösterip havlıyorlardı. "Hangisi daha vahşi, SS'ler mi, köpekleri mi?" diye yazıyor Erika...
Kounio ailesi farklıydı, Selanik Yahudilerinin pek azının bildiği Almancayı konuşuyorlardı. İlk grup gaz odalarına götürülürken Erika, Heinz ve ana babasına beklemeleri söylendi : çevirmenlere ihtiyaç vardı !
Erika babasıyla kardeşinden ayrılmıştı, ama annesinin yanında kalmayı başarmıştı. Kampın en önemli yeri olan Politik Büroda [Politische Abteüung - PA) çalışmaya başladı. Bu, kendisine birtakım 'ayrıcalıklar' sağlıyordu ki, bunların en önemlisi bina içinde çalışmasıydı. Ama yine de yoklamalarda bulunuyor, Auschwitz orkestrasının çaldığı marşlar eşliğinde yürüyor, Dr. Rohde ve SS kadınları Drecsler ve Mandel'in gaz odasının holü olan 25. Bloka nakledilecek hasta ve zayıfları 'ayırmalarında' orada bulunuyordu.
Erika PA'da Auschwitz'in ölülerinin adlarını kayda geçiriyordu. İşe başladıktan birkaç gün sonra sevgili arkadaşı Sarika'nın adını 25. Blok listesinde gördü. "Sürgün edilmemiz başladığından bu yana ilk kez ağladım ve bu yıllar boyunca son ağlayışım olacaktı." Erika'nın kurtulma umudu yoktu. Soykırımın yazıcıları olarak o ve arkadaşları Auschwitz operasyonunu herkesten iyi biliyorlardı. Böylesine önemli tanıkların yaşamalarına izin verilmezdi. Bu nedenle onun ekibi Cennete Yükselme Komandosu {Himmelfahrt-skommando) olarak anılıyordu. SS şefi, "Buradan çıkışınız ancak gaz odasının bacalarından olacak!" diye alay ediyordu.
Bu arada Yunan Yahudilerinden binlercesi kampa akmaktaydı. Selanik'ten 46.000 kişinin nakli görülmemiş bir süratle tamamlanmıştı. Selanik Yahudilerinin yüzde 96'sı hemen gaz odalarına gönderilmişti. Bu yolculuğu yapanlardan biri de Erika'nın büyükbabası Ernst Löwy idi. Löwy aylarca saklanmasına rağmen Almanların şerefsiz bir niyeti olmadığından emindi. "Bir gün Selanik'teki Gestapo karargahına gitmeye karar verdi. Alman ordusunda yüzbaşı olarak kazandığı madalyaları alarak gitti. 'Ben Dr. Ernest Löwy'im, işte kâğıtlarım... Benî lütfen ailem ve kızımın olduğu yere gönderirmisiniz?” Görevli memur kendisini saygıyla karşılayıp birkaç günlük tren yolculuğundan sonra kızını görebileceğini söyledi. Kendisi en son gaz odasına giden bir kamyonun arkasından bakarken bir tanıdığınca görülmüştür.
Auschwitz'deki Yunan Yahudileri Selanik ve daha sonra Yanya, Korfu, Atina ve adalardan tanıdıklarını arıyorlardı. Naziler üniformalar, tıraşlı başlar ve terörle bireyselliği silmeye çalışmışlardı.
Erika, Auschwitz'de çeşitli milletlerden Yahudiler ve Hıristiyanlarla dayanışmayı yaşamışsa da, kendini Yahudi olduğu kadar bir Yunanlı ve bir Selanikli görüyordu. Auschwitz'deki direniş örgütü 1944 Ekiminde 4 numaralı Krematoryumu dinamitle sabote etmeyi başarmıştı. Erika bu saldırıda baş rolü oynayanların Yunan Yahudileri olduğunu duyunca göğsü gururla kabarmıştı. Kendi kendine şöyle demişti: "Yunanlılar! Halkımız başını eğmedi. Buna inanamıyordum ama doğruydu. Onlarla gurur duyuyordum. Kuşkusuz öleceklerdi ama bu ne güzel bir ölümdü! Onlar istedikleri ölümü seçtiler!"
Erika Kounio 25. Blok ve gaz odalarından kurtulmuştu. 1945 Ocak ayında Almanya'daki başka kamplara yayan gönderilen on binlerce Yahudinin Ölüm Yürüyüşü arasında o da vardı. Bundan sonra annesiyle haftalarca Ravensbrück'teki kadınlar kampında kaldılar. Auschwitz’de yirmi iki akrabasını kaybetmiş olmasına rağmen Erika'nın yakın ailesi sağ kalabilmişti: Auschwitz'den bütün üyeleri sağ olarak Seİanik'e dönen tek Yahudi aîlesi onlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder