16 Temmuz 2011 Cumartesi

III.Selim Dönemi (1789-1807)



1.      Askeri Islahat

Selim III, 1791’de Ziştovi Barışı’nın ardından, Ebubekir Ratip Efendi’yi Viyana’ya elçi gönderdi. Ratip’in görevi Avusturya hakkında bilgi toplamaktı. 1795-96’da on beş ay reisülküttaplık yaptı. Adından  anlaşılacağı üzere, katiplerin, yani bürokrasinin başıydı. Zamanla da dışişleri bakanlığı işlevini yüklenmiştir. Medreselerin ve özellikle Enderun Mektebinin giderek soysuzlaşması, usta-çırak ilişkileri içinde yetişen yönetenler sınıfının bu kesimini, devleti ayakta tutan becerilere, kültüre sahip başlıca insanlar durumuna getirmiş bulunuyordu. İşte Ratip böyle bir kişiydi. (1796’da azledildikten sonra Rodos’a sürüldü, 1799’da da idam ettirilip kesip başı İstanbul’a getirildi) Mayıs 1791’de Ratip Viyana’dan döndü ve Avusturya ve genel olarak Avrupa’daki toplum hayatı, askeri sistem hakkında 500 sayfa kadar tutan ayrıntılı bir sefaretname yazdı.

Bu sefaretnamenin Selim’i nasıl ve ne ölçüde etkilediğini bilmiyoruz, fakat 1791 sonbaharında kamu hayatının çeşitli kesimlerinden 22 kişiden devletin zaaf nedenlerini ve alınması gereken ıslahat tedbirleri hakkında görüş istedi. Sonuç olarak ortaya “layıha” adını taşıyan 22 rapor çıktı. Başarısız geçen savaş daha yeni bitmiş ya da gitmek üzere olduğu için, tahmin edilebileceği üzere, en çok üzerinde durulan, askeri ıslahat konusuydu. Herkes durumdan şikayetçi olmakla birlikte, kimisi Kanuni devri düzenine dönmeyi, kimisi de eski kurumların tasfiye edilip yepyeni kurumlar oluşturulmasını tavsiye etmekteydi. Tabii Yeniçeri Ocağının çağdaşlaştırılması gerektiğini öne süren ortalama çözümler de vardı. Selim ıslahatı kendi kadrosuyla yapmak istiyordu. Kendisine karşı şimdilik dedikodu olarak kalan muhalefete aldırmadan, XVI.Louis’nin tavsiyeleri, Ebubekir Ratip Efendi’nin sefaretnamesi, layihalar gibi belgelerden hareketle, arkadaş ve kafadarlarına mevki verip etrafına toplayarak Nizam-Cedit hareketine girişti. Selim’in yaptığı ıslahat için kullandığı bu deyim ilham kaynağını apaçık ortaya koymaktadır. Fransa, ihtilalin getirdiği düzene “Yeni Düzen” adını takmıştı. Doğu istibdadının adamları olan Selim ve arkadaşlarının Fransız İhtilalini değerlendirme tarzları da çok ilginçtir. Muhtemeldir ki insanlık tarihinin bu büyük özgürleşme ve demokratikleşme hamlesini asla bu yönüyle değerlendirmiyorlardı. Zira böyle bir anlayıştan uzaktılar. Osmanlıların ihtilalin bu yönünü idrak etmeleri biraz vakit alacak, idrak ettiklerinde de bu işi nefret ve şiddetle reddedeceklerdi. O sırada onların gördükleri, bu dönüşümün kendilerini iyi-kötü Avusturya ve Rusya’nın elinden kurtardığıydı.
Nızam-ı Cedid ıslahatının etkisi en çok askeri alanda görüldü. İşe yaramayan askerler elendi. Askerlerin düzenli olarak talim yapması esası getirildi. Ücretler yükseltildi. Sipahiler tımarlarını en işe yarar oğullarına vasiyet ederken, o oğlun gerçekten işe yarayıp yaramadığının kontrolü esası getirildi. Yeniçeri subaylarına ıslahatları kabul etmeleri için hediyeler ve gelirler tahsis edildi. Yapılan ıslahatın en iyi sonuçları Baron F.de Tott (Humbaracı Ahmet Paşa)’un gerçekleştirdiği, topçu, lağımcı ocaklarında görüldü. Ancak Yeniçeriler birkaç ay talim yaptıktan sonra “Bu talim gavur işidir” diyerek vazgeçtiler ve bir kısım Nizam-ı Cedid askerinin de dağılmasına yol açtılar.


Nizam-ı Cedid Ordusunun Mevcudu


Yıllar
Subay Sayısı
Er Sayısı
1797
27
2536
1801
27
9263
1806
1590
22685

Eski ocaklarda alınabilecek mesafenin sınırlı olduğu düşünüldüğü içindir ki 24/2/1793’de Nizam-ı Cedid olarak tanınan yeni bir ocak kuruldu. Yeniçerilerin tepkisini almamak için bu yeni kurulan ocak Levent çiftliğinde eğitime başladı. Fransız ve İsveçli subayların yönetimine verildi. Bu yeni kurulan ocağın masraflarını karşılamak üzere İrad-ı Cedid Defterdarlığı kuruldu : boş kalan dirlikler, tütün, içki, kahve vs. gibi mallara konulan yeni vergilerdi.

1795’de Mühendishane-i Berr-i Hümayun yani Padişahın Kara Mühendishanesi kuruldu. Böylece Mühendishane-i Bahr-i Hümayunun karadaki kardeş kurumu hizmet vermeye başladı. Mühendishanelerde Fransızca zorunlu dersti, kütüphanelerindeki yabancı kitaplar da bu dildeydi.  Ancak kurulan bu Mühendishanelerle ilgili bir uyarı yapmak da yerinde olur : bu okulların bugün anladığımız anlamda mühendis yetiştirdikleri söylemek zordur. Osmanlı eğitim sistemi camilerdeki mahalle mektepleri ve medreselerden ibaretti. Mahalle mektepleri olsa olsa bugünkü ilkokulların ilk üç yılında okutulan bilgileri öğretirdi. Medreseler ise Arapça öğretim yapan ve yüksek düzeyde din bilimleri öğreten kurumlardı. Böyle ‘ortası boş’ bir sistemde Mühendishaneler, eğitime en baştan başladıkları takdirde havada kalmaya mahkumdular. Anlaşılan bunların başta gelen amacı sıhhatli top atışları yapabilmek için gereken bazı aritmetik, geometri ve trigonometri bilgilerini öğretmekti. Düzeylerinin hayli basit kaldığı, hatta bugünkü ölçülerimize göre bunları ‘meslek kursları’ diye nitelemenin  çok haksız olmayacağı söylenebilir…

Yeniçeriler Neden Başarısız Oluyorlardı?


Burada yeniçerilerin neden başarısız olduklarına de değinmek gerek. Bunların savaşçılığı bir yana atarak, çoluk çocuğa karışıp esnaflık yaptıkları söylenegelmiştir. Osmanlı askeri, fetih savaşlarına hevesle katılıyordu. Bu tür savaşlar devlet için de, asker için de bir kazanç kapısıydı. Savunma savaşlarına karşı ilginin daha az olacağı, savaşların çoğunlukla felaketle sonuçlandığı çağlarda ise büsbütün az olacağı söylenebilir. Zira vatan kavramı gelişmemişti, elde tutmak için kan dökülen topraklar ise nihayet Hıristiyan ülkeleriydi. Devletin yönetici sınıfı ise lüks yaşantısı sürdürmek, mümkünse arttırmak uğrunda yaptığı tağşişlerle (devalüasyon) maaşlı kesimin satın alma gücünü kemirip, yani onları fakirleştirip duruyordu. Üstelik, ocakları ıslah için alınan tedbirler sıralanırken görüldüğü üzere, maaşlar zamanında dahi ödenmiyordu. Bu durumda savaş makinesinin içe yönelmesi, kendi halkının başına bela (mesela yeniçerilerin esnafı haraca bağlaması “balta almak” deyimini türetmişti) kesilmesi, ya da bizzat kendisinin esnaflığa ya da ticarete başlaması anlaşılır bir süreçtir.Yeniçeriler’ iki işli’ insanlar haline gelince, talim diye bir şey olmayacağı açıktır. Oysa ateşli silahların etkililiği arttıkça yani bunların yöneltebilecekleri ateş yoğunluğu arttıkça, talimin önemi de çoğalıyordu. Zira yoğun ateş karşısında dimdik yürümek, veya durmak, ancak talimle elde edilebilecek bir disiplin, bir çeşit ‘robotlaşma’ gerektiriyordu. Bu olmayınca ateş karşısında yeniçerilerin siniri bozuluyor, dönüp kaçıyorlardı.



2.     Avrupa ile İlişkiler

Bu dönemde Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaştığı biliniyor. Bu yoğunluğun bir boyutu askeri ıslahatı yürütmek için Avrupa’dan, özellikle Fransa’dan getirilen subay ve uzmanlardı. Osmanlı tarihi boyunca Batıdan pek çok kişi, bu arada uzmanlar buralara gelmişler, hizmet sunmuşlardı. Fakat birçoğu bu işi islamiyeti benimseyerek yapmış ve gerek Müslüman olan, gerekse dinlerini muhafaza edenlerin toplam sayısı bu denli çok olamamıştı. Şimdi gelenlerin sayısı çoktu, dinlerini de değiştirmiyorlardı. Üstelik, Avrupa ihtilal ateşiyle yanarken, bu gelişmelerin dışında kalıyor görünen Osmanlı Devletinde bu ihtilalci Fransızlarda her muhite girip düşüncelerini yaymaya çalışıyorlardı. Buna karşılık ihtilale karşı olan ülkeler de ihtilal propagandasını etkisiz kılacak bir çalışma içindeydiler. Bu Türkiye’deki dışa açılmaydı. Bir de Türkiye’nin Avrupa’da dışa açılması vardı ki, bu da daimi elçiliklerin kurulması sayesinde oluyordu. O zamana değin Avrupa’ya pek nadir-parmakla sayılacak-kısa süreli elçilik heyetleri yollanırken bu sefer Avrupa’nın önemli merkezlerinde daimi elçilikler kurulmaya başlandı. Londra’da 1793’de ilk daimi elçilik açıldı. Ardından Viyana, Berlin geldi. 1796’da Paris elçiliği açıldı, ilk elçi Seyit Ali Efendi idi. Bernard Lewis’in belirttiği üzere, elçilerin kendileri, Avrupa’yı gözlemlemek ve bu konuda bilgi vermekle görevli oldukları halde, batı dili bilmeyen yaşını başını almış insanlar oldukları için ne fazla etkilendiler, ne de gördüklerini doğru dürüst değerlendirebildiler. Ne var ki bunların maiyetlerinde gençlerin bir bölümü, Batı dillerini öğrendiler ve yaşları icabı, Avrupa’yı anlamaya ve öğrenmeye hazır bir tavırları oldu. Avrupa’nın çeşitli kesimlerinde dostluklar kurdular….

Prof.Dr.Sina Akşin

Türkiye Tarihi C3, Cem Yayınları, İstanbul 1988; s73-78



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link