23 Eylül 2010 Perşembe

Bir Sezen Aksu Şarkısı (Alıntı)

BİN DOKUZYÜZ KIRKBEŞ
Gel asırlardan uzan da tut ellerimi sımsıcak
Yoksa bendeki çocuk da böyle çaresiz kalacak
Öfke ile beslenen çocuklar yalnızdırlar
Ve ümitleri çiçeklerden acıları tarihlerden
Senin gibi benim gibi onlarda hep insandılar
Ve sevgiye inandılar ve saygıya inandılar
Senin gibi benim gibi
Onlar biraz terk edilmiş biraz küskün çocuktular
Sanki biraz incitilmiş
Sanki yetersiz sevilmiş
Sanki utandılar kavgadan ve sustular
Öp incilenen göz yaşları kurusun inançlarında
Sene bin doküz yüz kırkbeş onlar da hep insandılar
Ve sevgiye inandılar ve saygıya inandılar
Senin gibi benim gibi...

25.Blok - Erika'nın Öyküsü (Alıntı)

25. Blok
Kızlar... Yunanlılar... beni dinleyecekler,
Her şeyi şarkıyla anlata­cağım anlamanız için.
Bu gördüğünüz bacalar en büyük ölüm fabrika­sının.

Binlerce Yahudi, yaşlı genç ve çocuk

Kucaklaşıyorlar alevlerle.
Beni de yakacaklarını biliyorum.
Bir süre sonra ortalarda olmayacağım
Yorgun gözlerimin gör­düklerini anlamak için
Beni duyuyor musunuz? İnanın bana.
Gerçek bu dehşet, ben her gün yaşıyorum.
Kızlar... Yunanlılar... yalvarırım size.
Buradan sağ kurtulursa­nız eğer,
Dünyaya anlatın size söylediğini bu şarkının.
Auschwitz'de 4. kremator­yum iş eki­binde meçhul bir Yunan Yahudisinin Şarkısı
Yunan ordusu 1941 Nisanında Selanik’i boşalttı. Askerler kent­ten çıkmadan petrol, cephane ve yiyecek stoklarının Al­manların eli­ne düşmemesi için mümkün olduğu kadar çok depoyu yaktılar. Halka gelecek kötü günlere hazırlık olarak bu­labildiği her şeyi stok etmesi söylendi. Panzerler ve zırhlı araçlar Via Egnatia'dan geçer­ken Selanikliler evlerinde kalıp fırtına­nın uzaklaşmasını beklediler. Ancak bu arada Yunanlı Yahudi düş­manları dükkanlara ve lokan­talara 'Yahudiler Giremez' yaftaları asmaya başlamışlardı. Yahudi cemaatinin ileri gelenleri tutuklandı ve bir kısmının mallarına el konuldu. Birkaç gün sonra burnunda bir svastika dalgalanan bü­yük bir araba Koromilas Sokağında Salvator Kounio'nun yalısının önünde durdu. O sırada henüz on dört yaşında olan Salvator'un kı­zı Erika şunları hatırlıyor: "Göğüslerinde madeni plaketler olan iki Alman devi ba­bamı sordular. Babam yüzü solgun ve korku içinde aşağı indi. Bir şey söylemeden onu arabaya atıp götürdü­ler."
Erika, ağabeyi, büyükbabası ve annesi saatlerce heyecan için­de bekledikten sonra Salvator basit bir açıkla­mayla döndü. Al­manların fotoğraf makineleri ve filme ihtiyaçları vardı, kendisinin de Venizelos Soka­ğında büyük bir fotoğrafçı dükkanı olduğundan önce ona gelmişlerdi. Erika'nın dedesi Ernst Löwy, "Ben sana söylemişim.Almanlar uygar ve kültürlü insanlardır Beethoven, Goethe ve Heine’yi çıkarmış bir millet kötülük yapmaz!" dedi. Büyükbaba Karlsbad'lıydı (şimdi Çek Cumhuriyetinde Karlovy-Vary) ve Birinci Dünya Sa­vaşında çarpışmıştı. Hitlerizmin İngiliz propagandası olduğuna inandıkları için 1939'da Karlsbad’dan is­temeye­rek ay­rılıp Selanik'e kızlarının yanına gelmişlerdi.
Selanik'teki Alman işgalinin ilk yılında Löwy haklı görünmüştü. 50.000 Yahudiye karşı özel bir önlem alınmış değildi. 1941-42 kışın­da bütün kent açlık çekmişti, ama durumları yine de Atina'nınki kadar kötü değildi. Kounio ailesinde bir iyimserlik bile vardı. Erika, ana babasının konuşmalarına kulak misafiri oluyordu: "Yahu­dile­ri rahat bırakacaklar, görür­sün! Nürnberg yasalarını uygulamadı­lar! Yapacaklarını Almanya'da yaptılar."
Selanik Yahudileri Orta Avrupa Yahudilerinden farklıydı. Dilleri başkaydı ve kuzey Avrupa antisemitizmi kadar kötü bir şeyle uzak­tan bile bir tanışıklıkları olmamıştı. Yirminci yüzyılda Yunanlılar arasında Yahudi aleyhtarı bir görüş belirmişse de bu, ekonomik re­kabetten kaynaklanıyordu ve çok az taraftar bulabilmişti. Bu ne­denle Selanik Yahudileri başlarına geleceklere hazırlıklı değillerdi. Alman ajanlarının 1937'den beri Yuna­nistan'ın Yahudi cemaatinin sistematik bir envanterini çıkar­dıklarından haberleri yoktu. Bu işlem, annesi Yunanlı olan ve Atina’ya William Lions adında bir İngiliz Yahudisiymiş gibi gelen Hans Reegler ilee başla­mıştı. Reegler’in otuz ajandan oluşan ekibi öyle kapsamlı bir hazırlık yapmıştı ki, Sonderkommando Rosenberg 1942'de Selanik'e geldiğinde paha biçilmeyen değerde kitap, belge ve kutsal yazılar kolek­siyonu­nun nerelerde bulunacağını biliyordu. Selanik'in Yahudi kültürü Os­manlı, Balkanlar ve İspanyol etkileri taşı­dığı için Alfred Rosenberg'in Yahudi tarihi ve kültürü müzesi için özellikle ilginçti.
Selanik'in baş yöneticisi Dr.Max Merten 1942 Temmuzunun sı­cak bir sabahında on sekiz ila kırk beş yaş arasındaki bütün Ya­hudilerin sabah saat sekizde kent merkezindeki Eleftherios Mey­danında toplanmala­rını emretti. 1908’de Jöntürkler kardeşlik ve eşitlik manifestolarını on dilde olmak üzere orada okumuşlardı. Al­manlar iş taburları için birkaç bin kişi seçmek istiyorlar ama bu­nu aynı zamanda bir aşağılamaya dö­nüştürmek istiyorlardı. O sı­cak altında giyinik olan 9.000 kişiye altı buçuk saat jimnastik ve talim yaptı­rıldı. "Dövülmek, kırbaçlanmak, kurşuna dizilmek veya kö­peklerin üzerlerine salınması tehditleri altında dakikalarca kı­pırdamadan ve gözlerini kırpmadan sıcak temmuz gü­neşine bak­mak zorundaydılar. Biri gözlerini indirir ya da yorgunluktan çevi­rirse kan gelene kadar dövülüyordu... SS,  kurbanlarına evlerine dö­nerken ilk 150 metreyi koşarak veya emekleyerek, yerde taklalar atarak gitmelerini emretti." Ondan sonraki günler içinde pek çok  kişi beyin kanamasından veya menenjitten öldü. Bu "oyunlar” ve zorunlu ça­lışma programı Yahudileri sürgün için değil, soymak için yumuşatma amacını güdüyordu. Yirmi sekiz ya­şın­daki Merten her şeyden önce haraç alma peşindeydi. Zorunlu çalışma için seçilen Yahudilerin 12.000 sterlin­lik altın kar­şılığında bağışık tutulmasını sağlıyordu. Savaştan sonraki mah­keme­sinde onun açgözlülüğünün kurbanları rüşvet ve kurtarmalıkların nakit olarak torbalar içinde el arabala­rıyla getirildiğini anlatmışlardır.
Selanik'in baş Hahamı Zevi Koretz kendisinden iste­nen her şeyi kabul ediyordu. Koretz Yahudi­lerin boyun eğerek im­ha edilmekten kurtulabileceklerine inanı­yordu. Haham iyiniyetliydi ama Alman yetkililerinin hayatla­rını kolaylaştırdığı da kesindi.Erika Kounio 1942 sonbaharında okula döndüğünde hava de­ğişmişti. Yahudi arkadaşları zorunlu çalış­madan feci durumlarda dönen babalarını ve amcalarını anlatıyorlardı. Erika ile ailesi gece­leri kapılarını ki­litlerler, radyonun başında toplanıp BBC'nin en son haberlerini dinlerlerdi. Kasımda 'iki Polonyalı Yahudinin Lublin'de 'Lager' denilen bir yerden kaçtıklarını duydular. Haber spi­keri  tarafsız sesiyle burada Yahudilerin kitle halinde öldürüldük­lerini söylemişti." Her geçen ay yeni bir kötü gelişme getiriyordu. Merten'in büro­su 1492 göçünden kalan Yahudi mezarlıklarına el konula­cağını, isteyen Yahudilerin akrabala­rının kemiklerini alabileceklerini bil­dirdi. Mermer mezartaşlarının tümüne el konulup bir cadde yapıl­dı ki, günümüzde halkın hâlâ bunların üstünde yürümesi demok­rat Yunanistan'ın bir ayıbıdır. Yine mezar taşla­rından hamamlar ve Almanlar için açık bir yüzme havuzu yapıldı.
Erîka 1943 Şubatında babasının şöyle dediğini duydu: "Bir SS Sonderkomrnandosu geldi, ba­şında Brunner ve Wisliceny vardı. Bu hiç hoşuma gitmedi." Doğu Prusyalı, otuz yaşındaki avukat Dieter Wisliceny 1942'de Slovakya’nın Yahudi cemaatini kısa za­manda temizlemekle Adolf Eichmann'ın gözüne girmişti. (Savaştan sonra bu suçundan dolayı Slovakya'da idam edilmiştir.) Yirmi üç yaşın­daki Alois Brunner daha az titiz bir bürokrat, ama daha şiddetli bir sadistti [bu ki­tabın yazıldığı sı­rada hâlâ Suriye devletinin, konukseverliğin­den yararlandığına inanılmaktadır).
Wisliceny Yahudilerin aleyhinde kararlar almaya başladı: arma­lar, hareket kısıtlaması, mal ve emlaka el konulması ve son olarak gettolaşma. Ancak Yahudiler kent nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturduklarından bu sonuncusu kolay olmadı. Birbirine bitişik olmayan bir çok getto yapıldı; bunlardan biri de bugün Sela­nik'in en lüks semti olan Kalamaria'dır.En kalabalık olanına da Avus­turya-Macaristan imparatorluğunun bü­yük Yahudi inşaatçısı Baron Hirsch'in adı verildi.
Baron Hirsch kampı yüksek bir ahşap çit ve dikenli telle çevri­liydi. Üç girişteki Almanca, Yu­nanca ve Ladino dilindeki yaftalarda Yahudilerin kamptan çıkmalarının ve Yahudi olmayanların kampa girişinin cezası­nın ölüm olduğu belirtiliyordu. Mart başlarında Ba­ron Hirsch'te 593 odaya 2.500 kişi sıkıştırılmıştı. Getto sakin­leri arabalar ve el arabalarıyla eşyalarını daracık sokaklarda taşırken müthiş bir karışıklık oluyordu. İnsanlar çocukları için daha geniş bir yer arıyorlar, yiyecek ya da sı­cak tutacak bir iki parça giyecek için değiş tokuş yapmaya çalışıyorlardı. Geceleri SS'ler projektörle­rini ana girişin yakınındaki meydana çeviriyorlar ve Goebbels'in propaganda Bakanlığı kameraları çalı­şırken halktan dans edip şarkı söylemelerini istiyorlardı.
Bu gettoya yerleştirilen ilk 2.500 kişi yoksul mahallelerden gelen işçi Yahudilerdi, aralarında sadece iki zengin aile vardı: Salem ve Kounio aileleri. Wisliceny geldiğinde Erika ile ailesi yalılarından va­roşlar­daki gettolardan bi­rinde çok daha küçük bir eve taşınmışlar­dı. 10 Mart 1943'te evlerine gelen bir SS subayı eşyalarını toplayıp iki saat içinde Baron Hirsch'e gitmelerini emretti. Erika'nın babası varlığını korumak için işini gizlice bir Yunanlı dostuna devretmişti. Ancak biri kendisini SS'lere ihbar etmişti ve cezaları da bu yer de­ğiştirmeydi. Erika şöyle yazıyor: "Erkekler, kadınlar, çocuklar, be­bekler hepsi ha­reket halinde... Sonunda camları kırık bir kahve bul­duk. Çatıdan akan yağmur yerde birikintiler oluştu­ruyordu... Donu­yorduk, açtık, soğuk ve umutsuzluktan o gece hiç uyumadık."
Salvator Almanların bütün drahmilerini zlotiye çevirmelerini is­tedikleri için 'banka' önünde kuyruğa girmişti. Para Polonya'ya vardıklarında kendilerine çek olarak ödenecekti. Kounio'lar böyle­ce nereye gideceklerini öğren­miş oldular. Erika büyük kapıdan ba­kınca Via Egnatia'nın öteki yanındaki Selanik tren istasyonunu gö­rüyordu. Baron Hirsch yüzyılın başında demiryolunu Selanik'e ka­dar getirdikten sonra Rusya'daki pogrom kurbanlarının kalması için istasyonun karşısına bir imarethane yaptırt­mıştı. Bir zaman­lar Hirsch döneminin Yahudileri için kurtuluş ve tedavi mekânı olan bina şimdi Auschwitz yolunda son çıkış noktasıydı "Sefalet devam ediyordu" diye yazıyor Erika. "İkinci günü dehşet ve daha çok şaşkınlık içinde tamamladık. Bir gün sonra herkes istas­yon­larda hazırlanan yük vagonlarından söz ediyordu... Kırk vagon! Bindirilmeyi bekleyen sonsuz bir kuyruk".
Hirsch'in büyük girişimi Orta ve Doğu Avrupa'yı Balkanlara bağ­layan sık bir demiryolu ağıyla so­nuçlanmış ve Selanik'e ticaret ve refah gelmişti. Yarım yüzyıl sonra kent Yahudileri aynı demiryolu ile en güneyden en kuzey uç olan ,Krakow'a taşınıyorlardı. Ağlayıp inleyen kalabalık itile kakıla vagonlara doldurulurken Erika an­nesine, baba­sına ve küçük kardeşi Heinz'a sıkı sıkı tutunuyordu. "Kapılar ka­patıldı. Vagon patlayacak gibiydi.. Erkekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar... herkes aynı anda ağlıyor, in­liyor, bağırıyor, konuşuyordu! Vagonun bir ucunda bir torba içinde peksimet, kurtlu incirler ve zeytin vardı. Ortada bir kova duruyordu!"
Vagonlar yedi ya da sekiz gün sonra panik içindeki insan kitle­sini Polonya kışının ortasına bıraktılar. SS'ler tabanca­larını ve kır­baçlarını sallayarak koşuşturuyorlar, köpekler kayışlarını kopartacakmış gibi gerili, dişlerini gösterip havlı­yorlardı. "Hangisi daha vahşi, SS'ler mi, köpekleri mi?" diye yazıyor Erika...
 Kounio ailesi farklıydı, Selanik Yahudilerinin pek azının bildiği Almancayı konu­şuyorlardı. İlk grup gaz odala­rına götürülürken Erika, Heinz ve ana babasına bekleme­leri söylendi : çevirmenlere ihtiyaç vardı !
Erika babasıyla kardeşinden ayrılmıştı, ama annesinin yanında kalmayı başarmıştı. Kampın en önemli yeri olan Po­litik Büroda [Politische Abteüung - PA) çalışmaya başladı. Bu, kendisine birta­kım 'ayrıcalıklar' sağlıyordu ki, bunların en önemlisi bina içinde çalışmasıydı. Ama yine de yoklamalarda bulunuyor, Auschwitz or­kestrasının çaldığı marşlar eşli­ğinde yürüyor, Dr. Rohde ve SS ka­dınları Drecsler ve Mandel'in gaz odasının holü olan 25. Bloka nakledilecek hasta ve zayıfları 'ayırmalarında' orada bulunuyordu.
Erika PA'da Auschwitz'in ölülerinin adlarını kayda geçiriyordu. İşe başladıktan birkaç gün sonra sevgili arkadaşı Sarika'nın adını 25. Blok listesinde gördü. "Sürgün edilmemiz başladığından bu ya­na ilk kez ağladım ve bu yıllar boyunca son ağlayışım olacaktı." Erika'nın kurtulma umudu yoktu. Soykırımın yazıcıları olarak o ve arkadaşları Auschwitz ope­rasyonunu herkesten iyi biliyorlardı. Böylesine önemli tanıkların yaşamalarına izin verilmezdi. Bu ne­denle onun ekibi Cennete Yükselme Komandosu {Himmelfahrt-skommando) olarak anılıyordu. SS şefi, "Buradan çıkışınız ancak gaz odasının bacalarından olacak!" diye alay ediyordu.
Bu arada Yunan Yahudilerinden binlercesi kampa akmaktaydı. Selanik'ten 46.000 kişinin nakli görül­memiş bir süratle tamamlan­mıştı. Selanik Yahudilerinin yüzde 96'sı hemen gaz odalarına gönderilmişti. Bu yolculuğu yapanlardan biri de Erika'nın büyükbabası Ernst Löwy idi. Löwy aylarca saklanmasına rağmen Almanların şerefsiz bir niyeti olma­dığından emindi. "Bir gün Selanik'teki Gestapo karargahına gitmeye ka­rar verdi. Alman ordusunda yüzbaşı olarak kazandığı madalyaları alarak gitti. 'Ben Dr. Ernest Löwy'im, işte kâğıtlarım... Benî lütfen ailem ve kızımın olduğu yere gönderirmisiniz?” Görevli memur kendisini say­gıyla karşılayıp birkaç günlük tren yolculuğundan sonra kızını görebile­ceğini söyledi. Kendi­si en son gaz oda­sına giden bir kamyonun arkasından bakarken  bir tanıdığınca görülmüştür.
Auschwitz'deki Yunan Yahudileri Selanik ve daha sonra Yanya, Korfu, Atina ve adalardan tanıdıklarını arı­yorlardı. Na­ziler üniforma­lar, tıraşlı başlar ve terörle bireyselliği silmeye çalışmışlardı.
Erika, Auschwitz'de çeşitli milletlerden Yahudiler ve Hıristiyanlarla daya­nışmayı yaşamışsa da, kendini Yahudi ol­duğu kadar bir Yu­nanlı ve bir Selanikli görüyordu. Auschwitz'deki direniş örgütü 1944 Eki­minde 4 numaralı Kre­matoryumu dinamitle sabote etmeyi başar­mıştı. Erika bu saldırıda baş rolü oynayanların Yunan Yahudileri ol­duğunu duyunca göğsü gururla kabarmıştı. Kendi kendine şöyle demişti: "Yunanlılar! Halkımız başını eğ­medi. Buna inanamıyordum ama doğruydu. Onlarla gurur du­yuyordum. Kuşkusuz öleceklerdi ama bu ne güzel bir ölümdü! Onlar istedikleri ölümü seçtiler!"
Erika Kounio 25. Blok ve gaz odalarından kurtulmuştu. 1945 Ocak ayında Almanya'daki başka kamplara yayan gönderilen on binlerce Yahudinin Ölüm Yürüyüşü arasında o da vardı. Bundan sonra annesiyle haf­talarca Ravensbrück'teki kadınlar kampında kaldılar. Auschwitz’de yirmi iki akrabasını kaybetmiş olmasına rağmen Erika'nın yakın ailesi sağ kalabilmişti: Auschwitz'den bütün üyeleri sağ olarak Seİanik'e dönen tek Yahudi aîlesi onlardı.

Kaynak : Misha Gleny; Balkanlar; Sabah Yayınları

Stalin (Konuşma)

Moskova, 3 Temmuz 1941
'Büyük bir tehlike gezinmektedir ülkemizin üzerinde'
1941'de Hitler, Nazi-Sovyet Paktı'nı bir kenara atıp Barbarossa Harekâtı'yla Rusya'yı işgal ettiğinde, Stalin gafil avlanmıştı. îlk haf­ta boyunca, özellikle de Alman birliklerinin ne kadar büyük hızla iler­lediğini düşündükçe, ruhsal bunalıma girmişti. 30 Haziran'da Polit-büro üyeleri Kuntsevo'da onunla görüşmeye gittiklerinde, kendini tu­tuklamaya geldiklerini zannettiği söylenir. Stalin, ancak başkanlığın­da bir devlet savunma komitesi kurmaya zorlandıktan sonra, kendine güvenini yeniden kazandı ve Kremlin'de tekrar gözükmeye başladı.
Korkularını yendikten sonra, yeniden vazgeçilmez lider haline gel­di ve 3 Temmuz günü radyodan bir konuşma yaptı, Rus yurtseverliği temasına başvurarak, halka, geri çekilmek zorunda kaldıklarında, arkalarındaki her şeyi imha etmeleri, toprağı yakmaları için tüyler ürpertici bir çağrıda bulundu. Yorumculardan birine göre, sanki 1812'nin Rusya'sı dirilip Stalin'in ağzından dile gelmişti.
Yoldaşlar! Yurttaşlar! Kardeşler! Kara ve Deniz Kuvvetlerimizin Askerleri! Size sesleniyorum, dostlarım!
22 Haziran'da Hitler Almanyası'nın anavatanımıza başlattığı hain­ce askeri saldırı devam etmektedir.
Kızıl Ordu'nun kahramanca direnişine, düşmanın en iyi bölükleri­nin ve en iyi hava birliklerinin darmadağınık edilmesine ve savaş meydanında çoktan cehenneme gönderilmiş olmalarına rağmen, düş­man ilerlemeye devam etmekte, saldırısını sürekli yeni kuvvetlerle beslemektedir.
Hitler'in birlikleri, Litvanya'yı, Letonya'mn büyük bölümünü, Be­yaz Rusya'nın batı bölgesini ve Ukrayna'nın batısındaki bazı bölgele­ri ele geçirmeyi başarmıştır.
Bombardıman harekâtının menzilini genişletmekte olan faşist ha­va kuvvetleri, Murmansk, Orsa, Mogilev, Smolensk, Kiev, Odesa ve Sivastopol'ü bombalamaktadır.
Büyük bir tehlike gezinmektedir ülkemizin üzerinde.
Nasıl olmuş da, şanlı Kızıl Ordumuz, birçok şehrimizle ilimizi fa­şist ordulara teslim etmiştir?
Faşist propagandacıların durmadan böbürlendiği gibi, yoksa Fa­şist Alman birliklerinin yenilmez olduğu gerçekten doğru mudur? Tabii ki hayır!
Tarih, yenilmez ordu diye bir şey olmadığını göstermektedir; böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Napolyon'un ordusu da yenilmez sa­nılırdı ama Rus, İngiliz, Alman orduları karşısında yenildi. Birinci em­peryalist savaş zamanında Kayzer Wilhelm'in ordusu da yenilmez sa­yıldı ama Rus ile İngiliz-Fransız kuvvetlerinin birkaç kez yendiği bu ordu, sonunda İngiliz-Fransız orduları tarafından paramparça edildi.
Bugün Hitler'in Faşist Alman Ordusu için de aynı şeyi söylemek zorundayız. Bu ordu, henüz Avrupa kıtasında ciddi bir direnişle karşı­laşmamıştır. Sadece bizim topraklarımızda ciddi bir direniş çıktı karşı­sına ve eğer bu direniş sonucunda Hitler'in Faşist Alman Ordusu'nun en iyi bölükleri Kızıl Ordumuza yenilmişse, Napolyon ile Wilhelm'in orduları gibi bu ordu da paramparça edilebilir ve edilecek demektir.
Almanya'nın bu kısa ömürlü askeri kazanımının sadece geçici ol­duğundan kuşku yoktur; oysa SSCB'nin muazzam politik kazanımı, Faşist Almanya ile savaşta Kızıl Ordu'ya kesin askeri başarılar sağla­ması mukadder olan ciddi ve kalıcı bir faktördür...
Kızıl Ordu birlikleri geri çekilmek zorunda kalırsa, bütün loko­motif ve vagonlar tahliye edilecektir; düşmana tek bir makine, tek bir demiryolu vagonu, tek bir çuval tahıl ya da tek bir varil yakıt bırakılmayacaktır.


Kolektiflerdeki çiftçiler, bütün büyükbaş hayvanlarını ve bütün ürünlerini, cephe gerisine gönderilmek üzere devlet yetkililerine ema­net edecektir. Demir dışı metaller, tahıl ve yakıt da dahil olmak üze­re, cephe gerisine nakli mümkün olmayan bütün değerli mallar, hiç istisnasız imha edilecektir.
Düşman tarafından işgal edilen bölgelerde, süvari ve piyade gerilla birlikleri oluşturulacak, oyalama taktikleri uygulayarak düşman bir­likleriyle çarpışan, her yerde gerilla savaşı yürüten, köprüleri ve yolla­rı havaya uçuran, telefon ve telgraf hatlarını imha eden, ormanları, de­poları, ulaşım malzemelerini ateşe veren gruplar örgütlenecektir.
İşgal altındaki bölgelerde koşullar, düşman ve bütün işbirlikçileri için dayanılmaz hale getirilecektir. Her hareketleri adım adım izlenip etkisiz hale getirilmeli, bütün önlemleri boşa çıkarılmalıdır.
Faşist Almanya'yla yapılan bu savaş, sıradan bir savaş olarak ka­bul edilemez. Sadece iki ordu arasındaki bir savaş değildir, aynı za­manda tüm bir Soyvet halkının, Faşist Alman güçlerine karşı yürüt­tüğü büyük bir savaştır.
Faşist işgalcilere karşı ülkemizi savunmak için giriştiğimiz bu ulusal savaşta amaç, sadece ülkemizin üzerinde gezinen tehlikeyi orta­dan kaldırmak değildir, aynı zamanda Alman Faşizmi'nin boyundu­ruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına yardım etmektir.

Bu kurtuluş savaşında yalnız olmayacağız.

Bu büyük savaşta yanımızda, Avrupa ve Amerika'nın hakları ara­sında sadık müttefiklerimiz olacaktır; Hitler'in despotları tarafından köleleştirilen Alman halkı da buna dahildir.
Ülkemizin özgürlüğü için giriştiğimiz savaş, Avrupa ve Amerika halklarının bağımsızlıkları için, demokratik özgürlükler için verdiği mücadeleyle bütünleşecektir. Bu, özgürlük için ve Hitler'in faşist or­duları tarafından köleleştirilmeye karşı ve köleleştirilme tehdidine karşı halkların oluşturduğu birleşik bir cephe olacaktır.
Bu bağlamda, İngiliz Başbakanı Churchil’in Sovyetler Birliği'ne yardım konusundaki tarihi sözleri ve ABD hükümetinin ülkemize yardıma hazır olduğunu bildirmesi, çok iyi anlaşılan ve bu birliğin işareti olan şeylerdir; bunlar, Sovyetler Birliği halklarının yüreğinde ancak minnet duygusu yaratabilir. Yoldaşlar, gücümüz sayısızdır bi­zim. Kendini beğenmiş düşman, yakında canı pahasına bunu öğrene­cektir. Binlerce işçi, kolektif çiftçi ve aydın, Kızıl Ordu ve Donanma ile omuz omuza, saldırgan düşmanla vuruşmak için ayağa kalkmak­tadır. Halk yığınlarımız milyonlar halinde ayağa kalkmaktadır. Mos­kova ve Leningrad'daki işçiler, Kızıl Ordu'ya destek olarak büyük halk birlikleri oluşturmaya başlamıştır bile.
Düşman işgali tehlikesi altında olan her şehirde böyle halk birlik­leri oluşturulmalıdır; bütün çalışanlar, Alman Faşizmi'ne karşı yurt­severce savaşımızda özgürlüğümüzü, onurumuzu, ülkemizi savun­mak üzere harekete geçirilmelidir.
SSCB halklarının bütün gücünün hızla seferber edilmesini sağla­mak ve ülkemize haince saldırmış olan düşmanı geri püskürtmek ü-zere, tüm devlet yetkilerini elinde toplayan bir Devlet Savunma Ko­mitesi kurulmuştur.
Çalışmalarına başlamış olan Devlet Savunma Komitesi, tüm halkımıza Lenin ile Stalin'in partisi etrafında ve Sovyet Hükümeti etra­fında toplanma, kendini hiçe sayarak Kızıl Ordu ile Donanma'yı des­tekleme, düşmanı yok edip zafere ulaşma çağrısı yapmaktadır.
Bütün kuvvetlerimiz kahraman Kızıl Ordu ile şanlı Kızıl Donanma'ya yardıma!
Bütün halk güçleri, düşmanı yok etmeye!
İleri, zaferimize!

Charles De Gaulle (Konuşma)


Geçen yıllar boyunca, Fransız Silahlı Kuvvetleri'nin başında bulu­nan liderler, bir hükümet kurmuştur.
Ordularımızın yenilgiye uğradığı iddiasıyla bu hükümet, düşman­lıklara son vermek amacıyla düşman ile görüşmelere başlamış bulun­maktadır. Hem havada, hem de karada düşmanın mekanize kuvvet­leri karşısında etkisiz kalmış ve hâlâ da kalmakta olduğumuz çok doğrudur. Ordularımızı geri çekilmek zorunda bırakan, Almanlar'ın sayıca bizden üstün olmalarından çok, ellerindeki tanklar, uçaklar ve izledikleri taktik olmuştur. Liderlerimizi bugün içinde bulundukları kötü duruma düşüren sürprizin arkasında, Almanlar'ın tankları, uçakları ve taktikleri vardır.
Peki son söz söylenmiş midir? Bütün umutları bir yana bırakma­mız mı gerekiyor? Yenilgimiz kesin ve düzeltilmez nitelikte midir? Bütün bu sorulara cevabım: Hayır!
Olgular hakkında tümüyle bilgi sahibi olarak konuşuyor ve sizden Fransa'nın davasının kaybedilmiş olmadığım söylediğimde, bana inanmanızı istiyorum. Yenilgimize yol açmış olan etkenler, gün gelip bize doğrudan zafer de sağlayabilir.
Çünkü unutmayın ki, Fransa yalnız değildir. Tek başına kalmış değildir. Arkasında koca bir imparatorluk vardır ve denizlere hükme­den, halen de mücadeleyi sürdüren Britanya İmparatorluğu ile dava­sını birleştirebilir. İngiltere gibi, o da, Amerika Birleşik Devletleri'nin geniş sanayi kaynaklarından koşulsuz biçimde yararlanabilir.
Bu savaş, bizim bahtsız ülkemizle sınırlı değildir. Fransa Muhare­besi, mücadelenin sonucunu belirlemiş değildir. Bu bir dünya savaşı­dır. Hatalar yapılmıştır, gecikmeler olmuş, anlatılmaz acılar yaşan­mıştır ama şu da bir gerçektir ki, günün birinde düşmanı ezip geçme­mizi sağlayacak her şey dünyada hâlâ mevcuttur. Bugün, üstümüze çevrilen mekanize gücün kesin ağırlığı altında eziliyoruz ama yine de gelecekte çok daha büyük bir mekanize gücün bize zafer getireceğini umabiliriz. Dünyanın kaderi henüz belli olmamıştır.
Bugün Londra'da bulunan ben, General de Gaulle, şu anda, elle­rinde silahlarıyla ya da silahsız olarak İngiliz topraklarında bulunan ya da gelecekte bu topraklara ayak basabilecek olan bütün Fransız subaylarına ve bütün Fransızlar'a çağrıda bulunuyorum; mühimmat fabrikalarında çalışmış olup da şu anda İngiliz topraklarında bulu­nan ya da gelecekte bu topraklara ayak basabilecek olan bütün mühendislere ve vasıflı işçilere çağrıda bulunuyorum: Benimle temasa geçiniz!
Her ne olursa olsun, Fransız direnişinin ateşi sönmemelidir ve sönmeyecektir.
Yarın Londra'dan yine yayın yapacağım.
II
Fransızlar artık kesin olarak bilmelidir ki, bütün olağan otorite bi­çimleri ortadan kalkmıştır.
Yurttaşlarımın şaşkınlığını, hükümetin düşmana esir düşerek parçalanmasını, ülkemdeki kurumların şu anda hâlâ işlerliğini sür­dürecek durumda olduğunu bilerek, ben, bir Fransız askeri ve askeri önderi olan General de Gaulle, şu anda Fransa'ya seslenmekte oldu­ğumun bilincindeyim.
Bu son derece önemli bildirgeyi, Fransa adına okuyorum:
Ellerinde hâlâ silah bulunan bütün Fransızların kaçınılmaz göre­vi, mücadeleye devam etmektir. Silahlarını bırakır, askeri önem taşı­yan herhangi bir mevziden çekilir ya da ne kadar küçük olursa olsun, Fransız toprağının herhangi bir parçasını düşman denetimine verme­yi kabul ederlerse, ülkelerine karşı suç işlemiş olacaklardır. Şu anda özellikle Fransız Kuzey Afrikası'ndan, Fransız Kuzey Afrikası'nın 'bütünlüğü'nden söz etmekteyim.
İtalyanlar'ın ateşkesi, beceriksizce bir tuzaktan başka şey değil­dir. Clauzel'in, Bugeaud'nun, Lyautey'in ve Nogues'in (Fransa'nın Cezayir ve Fas'ı ele geçirmesinde rol oynayan komutanlar) Afrikası'nda, düşmanın dayattığı koşulların yerine getirilmesini reddet­mek, Fransızlar için bir namus meselesi ve bir görevdir.
Bordeaux'da yaşanan paniğin denizlerin ötesinde hissedilmesine izin verilmeyecektir.
Fransa'nın askerleri, nerede olursanız olun, başınızı kaldırın!
De Gaulle, Fransız direnişine esin kaynağı oldu. Haziran 1943'te, Cezayir'de Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesi'nin başına geçti. Normandiya Çıkartması'ndan bir hafta sonra bölgeye gitti ve 25 Ağustos 1944'te, Alman keskin nişancıları hâlâ çatıların üstündeyken Paris'e doğru yürüyüşe geçti.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Gideon Hausner (konuşma)

GIDEON HAUSNER

Kudüs, 17-18 Nisan 1961

'0 adam, Eichmann'dı'
Adolf Eichmann, genç bir Nazi SS subayıyken, 1938'de Viyana'daki Yahudi Göçü Merkez Bürosu'nun başına getirilmiş, 1942'den sonra da, istenmeyen Yahudi tutsakların imhasından sorumlu olmuştu.

Bunların arasından, kamplarda çalıştırılabilecek durumda olan­ların şevkine nezaret etti. Savaştan sonra Güney Amerika'ya kaçtı. 1960'ta İsrailli ajanlar tarafından Arjantin'den kaçırıldı ve 1961'de Kudüs'te yapılan duruşmada, Yahudiler'e karşı işlediği suçlardan yargılandı.

İsrail Devleti Başsavcısı olan kırk altı yaşındaki Gideon Hausner, Eichmann davasında iddia makamını temsil ediyordu; aynı zaman­da da altı milyon Yahudi'nin sözcüsü durumundaydı. On saat süren bir konuşma yaptı.

Aşağıda, duruşmanın başında ve sonunda yaptığı konuşmalardan alınmış bölümler yer almaktadır.







Ey İsrail Yargıçları! Adolf Eichmann davasında iddia makamı ola­rak huzurunuza tek başıma çıkıyor değilim. Benimle birlikte burada, altı milyon kişilik bir iddia makamı bulunmaktadır. Ama şimdi ayağa kalkıp, sanık sandalyesindeki adamı göstererek 'J'accuse' (Fransızca, 'İtham ediyorum'; Zola'nın, Yahudi kökenli Dreyfuss'un davasıyla il­gili olarak Fransız Genelkurmayı'na yazdığı açık mektubun başlığı) diye haykıramıyorlar. Çünkü artık külden başka bir şey değil onlar; Auschwitz'in ve Treblinka'nın tepelerine yığılmış, Polonya ormanla­rına savrulmuş külden başka bir şey değiller. Onların mezarları, Av­rupa'nın her yerine dağılmıştır. Kanları hâlâ haykırmaktadır, ama sesleri susturulmuştur. Bu nedenle ben, onların sözcüsü olacağım. Bu dehşet verici iddianameyi onlar adına dile getireceğim. Bu insanların kat ettiği uzun ve kanlı yol boyunca hiç kimse, bu insanların bir ulus olduğu ilk günden bu yana hiç kimse, Hitler ile rejimi kadar ve onun icraatından sorumlu Adolf Eichmann kadar, ağır bir darbe indirmemiştir Yahudiliğin ortadan kaldırılması için. İn­sanlık tarihi, böyle bir iddianameye konu olacak başka bir adam bil­memektedir. Barbarlık deyince akla gelen klasik isimler, Neron, Attila, Cengiz Han, bu duruşmada sizlere aktarılacak olan dehşetin, iğ­renç cinayetlerin yanında bütün önemlerini yitirirler... Sadece bizim kuşağımızda örgütlü bir devlet, tümüyle savunmasız ve barışçı bir topluluğa karşı böyle bir saldırıya girişmiş; kadın, erkek, çocuk de­meden, sakalı ağarmışlardan bebeklere kadar herkesi fırınlarda yak­mış, toplama kamplarına kapatmış ve onları kesin bir biçimde orta­dan kaldırmaya karar vermiştir...

Bu duruşmada yeni bir cani tipi vardır karşımızda, kanlı zanaatını masa başında icra eden ve ancak ender durumlarda işini kendi elle­riyle gören bir tip... Ama gaz odalarını çalıştıran onun sözü oluyordu; ahizeyi eline aldığında, trenler toplu imha kamplarının yolunu tutar­dı; onun İmzası, on binlerce kişinin akıbet mührü oldu. Tek yaptığı e-mirler vermekti. Bir emriyle askerler Yahudiler'i evlerinden toplar, dövüp işkence ederek gettolara sürer, mallarını çalar ve bütün bu vahşetle yağmadan sonra, onlardan elde edilebilecek her şey elde edildikten, saçları bile alındıktan sonra, topluca katledilmeye gönde­rirlerdi. Cesetleri bile kurtulmuş olmuyordu. Altın dişler sökülür, parmaklardan alyanslar çekilip alınırdı...

Eichmann, bunları 'planlayan, başlatan ve örgütleyen' kişiydi. Bu kan denizine tükürmeleri için, her türlü cinayet, hırsızlık ve işkence yöntemini kullanmaları için başkalarına emir veren oydu. Dolayısıy­la, kendi elleriyle bir adamın boynundaki ilmeği sıkmış kadar, kur­banları gaz odasına atmış kadar, öldürülen milyonların her birini tek tek vurup açık çukurlara itmiş kadar, sorumluluk taşımaktadır. Hu­kukun gözünde böyledir onun sorumluluğu. Her türlü vicdan ve ah­lak ölçüsüne göre de, sorumluluğu budur. Onun suç ortakları da... bir ulusun liderleriydi, aralarında profesörler ve bilim adamları, akade­mik unvanları olan cüppeli büyük adamlar, eğitimli kişiler, 'aydınlar'dı. Yahudiler'in imhasına karar veren konseylerde karşımıza çıka­cak olan doktorlar ve avukatlar, bilginler, bankerler ve iktisatçılardı onlar. Katliam işinin bütün o korkunç evrelerinde görev alan subay­larla yöneticiler de vardı. kelimeler, insan aklının kavrayabileceği, kalbinin içine sığdı­rabileceği şeyleri ifade etmek için vardır. Oysa burada biz, insanın kavrayışını aşan işlerle uğraşıyoruz. Yine de bunlar oldu: Milyonlar­ca insan, işledikleri herhangi bir suçtan Ötürü değil, herhangi bir şey yaptıkları için değil, sadece Yahudi halkından oldukları için ölüme mahkum edildi. Teknolojideki gelişmeler, dehşet verici plan­larını gerçekleştirmelerini sağlayacak verimli birer araç olarak canilerin hizmetine sunuldu görevi neredeyse tümüyle Yahudilerle ilgili olan, işi onların imhası olan, bu günahkâr rejimin uygulayıcıları içinde rolü Yahudiler'le sınırlı olan tek adanı vardı. O adam, Eichmann'dı. Burada onu, "hazır işe koyulmuşken' aynı zamanda Yahudi olmayan insanlara karşı işlenen suçlardan da sorumlu tutuyorsak, bunun nedeni bizim etnik ayrını yapmamamızdır. Ama unutmamalıyız ki sanığın görevi, uzun yıllar boyunca kendisinin kaderi ve kendisine gönderilmiş bir çağrı olarak gördüğü, büyük bir coşku ve sonsuz gayretle kendini adadığı görevi, Yahudiler'in ortadan kaldırılmasıydı. . .

Eichmann, üstlerinin emirlerini yerine getirdiğini söyleyecektir size. Ama dünyanın vicdanı, Uluslararası Askeri Mahkeme aracılığıy­la dile gelerek, vicdana ve ahlaka aykırı olan emirlerin, insan toplu­munun üzerine kurulu olduğu temel yükümlülüklerle ters düşen ve insanların bir arada yaşamasının esası temel kuralları ihlal eden emirlerin, hukuki ya da ahlaki açıdan savunma oluşturamayacağını bildirmiştir. Dolayısıyla bu kararın ışığında, İsrail'de bizim yasaları­mız, sanığın böyle bir savunma yapmak gibi bir yasal hakkı olduğu­nu reddetmektedir. Ama asla hepsi bu kadar değildir. Onun, kendisi­ne verilen gerçek emirlerin çok ilerisine gittiğini, bu yönde hiçbir e-mir bulunmadığı halde imha harekâtlarında inisiyatif kullandığını ve bunları, sırf hayatının misyonu olarak gördüğü bir işe adanmışlık duygusuyla yaptığını mahkemeye kanıtlayacağız . . .

.. . SS'in kullandığı ilk ve başlıca sindirme aracı, toplama kampıy­dı; orada, modern teknolojinin sunduğu bütün kaynaklardan yararla­narak dehşet sistemleri geliştirilip yetkinleştiriliyordu. Romantik bir mistik, bir aile adamı, dışarıdan bakıldığında karısına sevgi dolu bir koca, çocuklarına şefkatli bir baba olan doğa âşığı Nazi, toplama kamplarında akıl almaz vahşilikte bir canavar haline gelir, insanları, gözünü bile kırpmadan böcek gibi ezmekte tereddüt etmezdi. Rudolf Hess'ün öyküsü olan 'Auschwitz Komutam'mn en çok şok yaratan bölümlerinden biri, Hess'in kendi evindeki huzur dolu aile yaşantısı­nı anlattığı yerlerdir:

Oğullarına verdiği eğitim, karısına gösterdiği şefkat ve sevgi -ve bütün bunlar, yüksek gerilim verilen o dikenli tellerin hemen öbür yanında gerçekleşir; o dikenli telin çevrelediği korkunç imha kam­pında, 'her gün' beş ilâ on bin arasında, kimi günler daha fazla sayıda insan ölüme gönderildi.

Gestapo, kurbanlarının bütün insani zaaflarını nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Yeterince zaman tanındığında, açlığın ve işkencenin en sağlam adamın bile gücünü kıracağını; vahşet ve aşağılama ile Tanrı'nın görüntüsünü silmenin, bir insanı tümüyle duyarsız ve tepkisiz hale, kendi mezarını kazması dahil, her emre itaat edecek bir robot ha­line getirmenin mümkün olduğunu biliyorlardı. Yahudi'nin kendi­ne olan inancını yok etmek için her türlü aşağılamadan yararlanıldı.

Bir adam suratının ortasına kamçıyı yiyip de buna tepki gösteremezse; kıvranıncaya kadar aç bırakılırsa; erkeklere ve kadınlara, oğlanlara ve kızlara, birer hayvan gibi birbirlerinin gözü önünde dışkılamaları emredilirse; kadınlar muhafızların önünde çırılçıplak koşturulursa; Yahudiler'in hayatının kesinlikle değersiz olduğunu kanıtlamak için sabah akşam insanlar kurşuna dizilirse; idamlar gerçekleştirilirse; kaprisli muhafızlara eğlence olsun diye gözlerinizin önünde soğukkanlılıkla kasaplık yapılırsa; yapayalnız ve savunmasız olduğunuzu, hayatınızın herhangi bir SS'in o günkü ruh haline bağlı olduğunu, her gün yirmi kez görürseniz işte bu koşullarda, bu talihsiz insanların çoğunu, her türlü inanç ve duygudan uzaklaştırmak, yaşama arzularını büyük öl­çüde ellerinden almak, çabuk ve acısız bir ölümün en büyük istekleri haline gelmesini sağlamak hiç de zor değildir .. .

Naziler. yalan ve hile konusunda ustaydı. Kurbanlarını kandır­mak için her yolu kullanmayı bilirdi. Binlerce, on binlerce Yahu­di'nin ölüme gönderilmek üzere toplanacağı ve diğerlerinin de sak­lanmayı ya da kaçmayı başaracağı her insan avından sonra, bunun son harekât olduğu, sağ kalanlara artık kimsenin dokunmayacağı, ar­tık başka sevkİyat olmayacağı yolunda kasıtlı söylentiler yayardı Na­ziler. Kolayca umuda kapılan, bütün Yahudiler'in kaderinin çoktan kararlaştırılmış olduğuna inanamayan ya da inanmayan veya açlık, sefillik ve ıstıraptan tükenmiş olan birçok insan, saklandıkları yer­den çıkarak ya da ormanlardan dönerek şansını denemek ister, so­nuçta da, yeni bir insan avında yine cellatların eline düşerdi. Kaplan, kendi keyfine göre oynuyordu kurbanlarıyla.

Naziler'in emirlerini yerine getirenler arasında, gettolardaki Ya­hudi polisler ve İhtiyar Meclisleri arasında bazı Yahudileri de bula­cağız. Gaz odalarının kapısında bile çoğu zaman Yahudiler dururdu; bunların görevi kurbanları sakinleştirmek ve sadece duşa girmekte olduklarına inandırmaktı. Tüm programın en şeytanca yönlerinden biriydi bu: İnsanların duyularını köreltmek, her türlü duygusal ve zi­hinsel güçlerini ellerinden almak, geride dehşete düşürülmüş cansız bir robottan başka hiçbir şey bırakmamak; böylece kamplardaki tut­sakları da cinayet makinesinin bir parçası olarak kendi halklarına karşı kullanmak mümkün oluyordu.. .

Yapılanlarla ilgili olarak, insan aklının inanmak istemeyeceği de­liller dinleyeceksiniz. Geçit töreni için verilen emirleri yerine getire­medikleri için, küçücük çocukların hastane pencerelerinden atıldığı­nı duyacaksınız.

Eichmann ve bürosunun çocukların sevk edilmesiyle ilgili emirle­rini sunacağız sizlere. Bunlardan birine göre çocuklar, Auschwitz'e gönderilecekler arasında pay edilecekti. On dört yaşındaki çocuklar, toplu imha kamplarına gönderilme nedenleri açısından 'bağımsız' kabul ediliyordu. En korkunç yazgıya kimlerin katlandığını da söyle­yemeyiz: Ölenler mi, yoksa akla gelebilecek her türlü saklanma yerinde, her türlü kovukta saklananlar mı, sonsuz bir yakalanma kor­kusuyla yaşayanlar mı, yoksa kendilerini saklamayı kabul eden Hı­ristiyan komşularının iyiliği sayesinde sağ kalanlar mı? Bilemeyiz. Okuldan ya da toplum örgütlerine bağlı merkezlerden dönen çocuk­lar, evlerinin bomboş olduğunu, anneleriyle babalarının bir 'aktion' ya da 'operation' ile ölüme gönderilmiş olduğunu görüyordu. Bu ara­da dairelerine de başkaları yerleşmişti.

Gaz odasında, analarının zehirli gazı solumasın diye göğüslerine bastırdığı, sonra cellatlar tarafından alınıp diri diri fırınlara ya da hazır bekleyen mezarlara atılan bebeklerle ilgili kanıtları dinleyeceksiniz.

Yıllarca kapılarını vuracak bir tüfek dipçiğinin sesini bekleyerek korku içinde yaşayan o mutsuz çocuklar, kurtulsun diye anababaları-mn ormanlara saldığı, ağlayan çocuklar, anında vurulduğu için göz­yaşlarını ve iç çekişlerini tutması öğretilen çocuklar, kökenlerini in­kâr edip Hıristiyan gibi davranması öğretilen çocuklar, babalarının, gözleri önünde kamçılandığını gören çocuklar, Alman cellatların, ön­ce kimin, babanın mı yoksa oğulun mu öldürüleceği konusunda göz­leri önünde 'görüşme' yaptığı çocuklar, dudaklarında 'Dinle, Ey İsra­il' ile açık mezarlara atılan çocuklar -o çocuklar ve gençler, işte on­lar... bu iddianamenin ruhu ve özüdür. O Anne Frank'lar ve Justine Dranger'ler ve daha milyonlarcası.

O çocuklardan bazılarının resimlerini sunacağız sizlere; açlıktan kemikleri çıkmış, korkmuş ve ezilmiş, gözleri dehşetten büyümüş çocukların. Gübre arabalarına atılmış sıska vücutların, ölüm odaları­nın eşiğindeki çaresiz küçüklerin resimlerini göstereceğiz.

Auschwitz'te her türlü yöntemle öldürülüyordu insanlar, vurula­rak, asılarak, dövülerek, ama esas olarak dev gaz odalarında. Bu oda­ların her birinde 2000 insan aynı anda 'duş'a sokulurdu, yani akan gazın altına. Hiç durmadan çalışırdı ölüm fabrikası. İki bin kişinin ölümü 25 dakika sürerdi. Cesetleri sonra da, beş büyük fırından birine götürülürdü. Birer kobaymışçasma tıbbi deneyler yapılırdı insanların üstünde. Kadınların cinsel organlarının bazı kısımları kesilir, kolları ya da bacakları röntgen ışınlarına tutulurdu bu talihsiz yaratıklar, ölüme yaklaşıp acıyla kıvranıncaya dek.

Erkekler hadım edilirdi. Parafin ve benzin enjekte edildiğinde, in­san derisinin nasıl reaksiyon gösterdiğini, kimyasal maddelerin zih­nin direnme gücü üzerindeki etkisini görmek için deneyler yapılırdı. Ceza yöntemleri, tarihin en vahşi barbarlarının yüzünü kara çıkarma­yacak türdeydi. Çırılçıplak dövmek nispeten hafif bir cezaydı, kulak­larının içine su dökülür, tırnakları sökülür, tutsaklar çıldırıncaya ka­dar aç bırakılırdı. Açlıktan ölüm cezasına çarptırılanların kapatıldığı ambarda, bir tutsağın cesedi bulunmuştu. Onun üstüne ikinci bir tut­sağın vücudu seriliydi. O da ölmüştü, elinde altındakinin cesedinden çıkardığı karaciğer duruyordu. Bir insan kardeşinin karaciğerini sö­kerken ölmüştü. Naziler'in Avrupa kültürüne katkısı, yamyamlığı geri getirmek olmuştur...

Sanığın, bütün bu suçları Yahudi halkını kısmen ya da tamamen ortadan kaldırma amacıyla, taammüden işlediğini kanıtlayacağız. Adolf Eichmann, kurbanlarından bir tanesine bile tanımadığı bir ayrı­calıktan yararlanacaktır. Kendini mahkeme önünde savunabilecektir. Akıbetine hukuk çerçevesinde ve kanıtlara göre karar verilecek, iddiaları kanıtlama yükümlülüğü iddia makamına ait olacaktır. Ve İsrail'in yargıçları, doğru ve adil bir karar verecektir.

Alman Dışişleri Bakanlığı'nın, Londra Radyosu'ndan yayınlanan ve Auschwitz'teki cinayetlerden sorumlu kişilerin yargı önüne çıkarı­lacağını bildiren uyarıyı, Eichmann'ı bilgilendirmek için yaptığından kuşku yoktur. Nisan 1945'te Almanlar'm sonu yaklaşırken bile, o kor­kunç nihai savaş atmosferinde bile, Doğu'dan, Batı'dan ve Güney'den Müttefik çemberi daralırken bile Eichmann, bir Alman Kızıl­haç temsilcisiyle yaptığı görüşmede, Himmler'in önerdiği gibi, Yahudiler'e daha insanca yöntemler uygulamayı asla düşünemeyeceğini söylemiştir.

Büyük Savaş'ta, Yahudi olmayan milyonlarca kişi de hayatını kaybetti. Burada, bu mahkemede, düşmanın hangi eylemlerinin u-luslararası hukukla belirlenen savaş yasalarına ve göreneklerine ay­kırı olduğuna karar verecek değiliz. Ancak tümüyle kendi durumu­muzu vurgulayarak, Yahudi halkına uygulanan imhanın, hiçbir aske­ri harekâtla bağlantısı olmadığını söyleyeceğiz. Bu, kentlerin bomba­lanmasıyla ya da denizaltı savaşıyla karşılaştırılamaz. O eylemler bi­rer savaş harekâtıydı ve meşru olsunlar ya da olmasınlar, savaşla bağlantılı olarak, savaş süreci içinde gerçekleştirilmişlerdi. Yahudiler'e uygulanan imhanın ise Almanya'nın ve müttefiklerinin yaptığı savaşla hiçbir ilgisi yoktu. Bu imha, savaşla 'aynı zamanda' gerçek­leştirildi, barut dumanının kötülükleri bir ölçüde örtüp gizlediği bir zamanda; ama asla savaşla bağlantılı olarak yapılmış ya da savaşın ihtiyaçları veya gereklerinden ötürü zorunlu hale gelmiş değildi.

Eichmann, 31 Mayıs 1962'de asıldı.

Reinhard Heydrich (konuşma)

REİNHARD HEYDRICH

Wannsee, 20 Ocak 1942


'Kesin çözüm'



20. yüzyılın en önemli olaylarından biri, 20 Ocak 1942'de, Berlin yakınlarında bir göl olan Wannsee kıyılarındaki bir villada meyda­na gelmişti. Bu, SS İstihbarat Dairesi'nin başında bulunan Reinhard Heydrich'in başkanlığında bir toplantıydı. Toplantıda Hitler'in Nazileri, kesin çözümü, yani Avrupa'da yaklaşık 11 milyon Yahudi'nin imha edilmesini planladılar. Heydrich, 'Avrupa'daki Yahudi Sorunu­nun Kesin Çözümü' ile ilgili hazırlıkların tam yetkili temsilciliğine getirildi.


Aşağıdaki konuşmayı, kıdemli devlet memurlarına yapmıştı.


Elimizde araçlar, yöntemler, örgüt, deneyim ve insanlar var. Ve irademiz var. Yahudiliğe karşı verilen mücadelede tarihi bir andır bu. Führer, Avrupa Yahudileri'ni ortadan kaldırma konusundaki kararlı­lığını bildirmiştir. Führer, kendini organizmayı kurtarmayı amaçla­yan imha edici ölümcül bakteri olarak görmektedir. Ya onlar, ya biz. Bugüne kadar ne oldu? Yahudiler'i, adım adım her düzeyde Alman hayatının dışına attık...


Bir bölümünü toplama kamplarına göndererek, bir bölümünü de, Obersturmbannführer {Fırtına Birliği'nin lideri) Eichmann'm savaş öncesinde 537.000 Yahudi'nin göç etmesine izin veren organizasyonu sayesinde, halkın yaşam alanı dışında bıraktık; ve son olarak da;


Bizler, savaş başladığından beri, yüz binlerce Polonya, Baltık ve Rus Yahudisi'nin tasfiyesine tanık olduk. Parti Yönetimi, Reich Yö­netimi, Dışişleri Bakanlığı, Genel Valilik ve Doğu Bakanlığından zatıalilerinize, eylem gruplarının faaliyetleri konusunda Gestapo tara­fından sürekli raporlar sunulmuştur...


Reichsführer'in SS'i, artık Yahudiler'in göç etmesini yasaklamış bulunmaktadır. Reİch'ta kalan Yahudiler ile bugünkü ve gelecekteki nüfuz alanlarımız içinde bulunan bütün Avrupa Yahudileri, kesin çö­züm amacıyla Doğu'ya gönderilecektir...


Etkili şekilde, ama sessizce çalışacağız. Reich için bir ölüm kalım meselesi olan bu konuda, tam bir işbirliği gerekmektedir. Hepimizin, Reich'taki Yahudi sorununun kapsamını görebilmesi için (bir Avru­pa haritasını göstererek), kırmızı bölge Reich'ın savaştan hemen ön­ceki durumunu göstermektedir. Burası Doğu cephesidir. Arkada be­yazla gösterilen yerler, Almanya'daki sivil yönetim sırasında fethedi­len Doğu bölgeleridir. Pembe renkli topraklar Reich yönetimindedir. Avrupa'nın kalan bölümünde işgal edilmiş olan yerler kırmızı düşey çizgilerle gösterilmiştir. Kırmızı yatay çizgiler, müttefiklerimizi ya da nüfuzumuz altındaki ülkeleri göstermektedir. Haritada sinek pisliği gibi duran noktalar, Yahudi nüfusunun yoğunluğunu temsil eder. Ri­ga ile Odesa arasında ilerledikçe karşımıza çıkacak olan sorun budur.


Yahudi muhaliflerimizin yaşadığı bölgelerle ilgilenmemiz gereki­yor. Yüzyıllar boyunca buralarda rahatlarına baktılar. Benim memle­ketim olan Odesa'da 70.000'den fazla Yahudi yaşamaktadır. Yani ya­şamaktaydı (kahkahalar). Hepsini toplayacak olursak beyler, birlikle­rimizin ardından ilerleyen eylem gruplarımız, Yahudi yoğunlaşması­nı kesin biçimde ortadan kaldırmış bulunmaktadır. Eski anti-Semitizrn'i belli önlemlerle uygulamaya koyduk.


Kaba işler halledilmiş olduğuna göre, şimdi ince işlere başlıyoruz. Sivil yönetimle uyum içinde çalışmamız gerekmektedir. Beyler, ke­sin çözüm konusunda sizlere güveniyoruz. Çözülecek olan sorun, işte burada (Doğu'yu işaret ederek), benim adamlarımın deyişiyle “dünya­nın götünde” çözülecektir. Savaş ve barut dumanı, muazzam başarıla­rı mümkün kılmıştır. Reichsführer'in SSlerinin arzusu, Yahudi soru­nunun tek bir temizlik harekâtıyla çözülmesidir. Yahudiler toplam 11 milyon kişi etmektedir.


Bunun dağılımı şöyledir:


Eski Reich'ta: 130.000


Avusturya'da: 43.000


Protektora'da: 75.000


Genel Valilik'te: 2.500.000


Balkanlar'da: 1.600.000


İşgal Fransa'sında: 165.000


İşgal bölgesi dışındaki Fransa'da: 740.000 (Epey iş var burada!)


Bizim sorumluluğunu üstlenmiş olacağımız Yeni Avrupa'da;


İngiltere gibi işgal edilmemiş olan yabancı ülkelerde: 330.000 İsviçre gibi tarafsız ülkelerde: 18.000 Seçilmiş Kavim üyesi


Kesin çözüme göre, Yahudiler'i Doğu'da işgücü olarak kullanaca­ğız. Cinsiyetlerine göre ayrılıp iki sıra halinde yürütülecek, yol yapı­mında, taş kırma işinde, bataklıkların kurutulmasında çalıştırılacaklar. Şu anda SS Ekonomik Dairesi'nden Yoldaş Pohl'ün kurmakta ol­duğu büyük sanayi tesislerinde, çalışmak ne demekmiş öğrenmeleri için her türlü fırsatı tanıyacağız kendilerine...


Tabii bu Yahudiler'in çoğu, doğanın çöplüğüne gömülüp gidecek­tir: Geriye kalanlar, yani en dayanıklı olanları da gereken işlemler­den geçirilecek. Neden? Çünkü, en iyi uyum sağlayan yaşar da on­dan. Yoksa, yeni bir Yahudi canlanışının tohumlarını saçarlar etrafa. Tarihe baksanıza bir!


Heydrich, konservatuvar müdürü ve besteci bir babanın oğlu olarak Halle a.d. Saale`de doğdu. Katolik Lisesi mezunu. 1920`da Freikorps`a (Gönüllü Kıta), 1922`de Reich Deniz Kuvvetleri`ne katıldı. 1931`de deniz üstteğmen iken, bulunduğu bir evlenme vaadini yerine getirmemekten dolayı ordudan ihraç edildi. 1931`de NSDAP ve SS`e girdi. Temmuz 1932`de, Himmler tarafından Güvenlik Teşkilatı`nı (SD) kurmak ve başkanlığını yapmakla görevlendirildi. 1933`de Bavyera Siyasi Polis Amiri, 1934`de Berlin`de Gizli Devlet Polis Kurumu (Gestapo) Başkanı, Haziran 1936 `da Asayiş Polisi ve Eylül 1939`da Reich`ın Güvenlik Başdairesi (RSHA) Başkanı oldu.


Çek direniş örgütü militanları tarafından
27 Mayıs 1942`de, İngilizlerce eğitilmiş özel bir Çekoslovak suikast timinin saldırısına uğradı. Saldırı anında Heydrich'in aracın ateş etmesi gereken gurubun liderinin Sten marka silahı tutukluk yaptı. O sırada arabayı sürmekte olan Klein suikastçının yalnız olduğunu düşünerek aracı durdurdu ve suikastçıya ateş açtı. Bu sırada tim üyelerinden Kubis'in attığı anti-tank bombası Heydrich'in kötü şekilde yaralanmasına neden oldu. Daha sonra 4 Haziran sabahı saat 4:30 da 38 yaşında acılarına dayanamayarak öldü.

16 Eylül 2010 Perşembe

Küçük İskender (Alıntı)

“…
Tek bir muzu soymakla ihtiyarlarken maymun

Kobranın ağzında son kez renk değiştiriyor bukalemun..”

Küçük İskender

Kaynak : Sözcükler Dergisi Sayı 27 Eylül Ekim 2010; s62

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link