30 Haziran 2009 Salı

Türk Tarihi Üzerine - Tuğrul Yakarçelik (Makale)

İslam öncesi Türk Tarihine bakarken bugünün kavramlarıyla konuya yaklaşmak bizi yanılgıya sürükler. Elbette kendi ulusumuzun tarihi konusunda herkes hassas olmalıdır ancak bu konudaki en önemli yanılgı tarih kitaplarımızdan sanki geçmişten günümüze “Türklük bilinci içinde yaşayıp gelmiş bir milletin kesintisiz tarihi” gibi bir anlam çıkıyor. Oysa günümüzde kullandığımız ulus devlet kavramı 1789 Fransız İhtilali sonucu gelişen milliyetçilik akımının ve bu akım sonucu çok uluslu yapıların birbiri içinde yer aldığı imparatorluk tipi devlet modellerinin dağılması sonucu ortaya çıkmış bir kavramdır. Osmanlılar da bir imparatorluktu ve milliyetçilik kavramı 19.yüzyılda bu imparatorluğun sınırlarına kaçınılmaz olarak Batı yönünden girdi. Osmanlı imparatorluğu Balkan yarımadasını kaybederken bugün bu yarımadada yer alan devletler kuruldu : Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Arnavutluk, Romanya gibi...Bir başka deyişle bu devletler kurulmadan önce Osmanlı İmparatorluğunun çok uluslu (milletler) yapısı içinde yer alan çeşitli halklar olarak bulunuyorlardı. Bu milletlerin kendi devletlerini kurmak için Osmanlı İmparatorluğu’na başkaldırdığı dönemde paradoksal olarak bir başka gelişme meydana geldi. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasını engellemek isteyen aydınlar bu çok uluslu yapıyı fark ettiler ve bu kez kendilerini sorgulama gereği hissettiler ve “ biz neyiz “ sorusu kafaları kurcalamaya başladı. Türklerin de bu imparatorluğun içindeki halklardan biri olduğunu fark ettiklerinde milliyetçilik gelişti. Ancak yeni bir devlet kurma fikri yerine altı yüzyıllık devleti sürdürmeye çalıştılar. Bir başka deyişle imparatorluk yapısını oluşturan çok milletli mozaik içinde en geç gelişen milliyetçilik Türk Milliyetçiliği oldu. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu bu mücadelenin son halkası oldu : imparatorluk yıkıldı ve ulus devlet inşa edildi.
Dolayısıyla bu sözünü ettiğimiz süreçten öncesi için “millet olma bilincine ulaşmış yekpare bir Türklük” gibi bir kavramı kullanmamız doğru olmaz.
Dersimizin konusu olan “İslamiyet Öncesi Türk Tarihi”bölümünü incelerken bu kavramı dikkate almak durumundayız. Türk Tarihinin ilk yazılı kaynakları olan Orhun Abidelerinde aynı durum Bilge Kaan’ın anıtın doğu yüzünde bizzat belirttiği biçimde gerçekleşiyordu : “Gittim Kırgız’ı uykuda bastım, hayvanlarını aldım” ya da “Türgişlere karşı yürüdük, onların hayvanlarını aldık” gibi cümleler yer alıyor bu belgede. Bu ifadelerin bize gösterdiği temel nokta Kırgız, Karluk, Türgiş, Oğuz gibi farklı boy örgütlenmeleri (klan düzenleri) içinde yer alan ve Türkçe konuşan çeşitli insan toplulukların var olduğu şeklindedir. Bu halklar zaman zaman içlerindeki güçlü bir boyun “boyun eğdirmesiyle” ya da ortak zenginleşme kaynağı olan sefer amacıyla bir araya geliyorlar ve büyük bir boy konfederasyonu biçiminde örgütleniyorlardı. Bu örgütlenmelere bizim tarih kitaplarımızda olduğu gibi birer “devlet” gözüyle bakmak mümkün değildir çünkü bir örgütlenmenin devlet olabilmesi için sürekli ve kalıcı bir bürokrasiye ihtiyacı vardır. Bu anlamda Türk Tarihinde “en devlet” olan Osmanlı İmparatorluğu’dur çünkü 600 yüzyıl devam eden kurumlarını, işleyen bir bürokrasiyi oluşturmayı başarmıştır. Sözü edilen konfederasyon tipi örgütlenmede ise “şef ve onun adamları” vardır. Osmanlılar özellikle devşirme sistemini kurarak şef ve adamları tipi bir örgütlenme yerine profesyonel bir bürokrasiyi oluşturmayı başarmışlardır. “Hunlar bir süre sonra ikiye bölündüler ve dağıldılar, Göktürkler aynı yazgıyı paylaştı, Uygurlar İslamiyeti seçen Karlukların isyanı sonucu dağıldılar” gibi ifadelere tarih kitaplarımızda çok sık rastlanmaktadır. Bir savaş ya da bir isyan sonucu dağılabilen bu yapılar devlet olarak yorumlanabilir mi ? 1402 yılında Ankara ovasında Osmanlılar tarihlerinin en büyük kaybını yaşamış ve bizzat hükümdarın kendisi savaşta esir düşerek yaşamını noktaladığı halde devlet 13 yıl sonra yeniden kurulabilmiştir. Çünkü Yeniçeri Ocağı vardır, kadılar görevlerini sürdürmektedir, tımar sistemi kayıtlı olarak devam etmektedir. Benzer bir örneği Osmanlıların kuruluş dönemi için verebiliriz : Osmanlılar da kendileri gibi diğer beylikler arasında tıpkı onlara benzer bir örgütlenme içindeydiler. Peki neden onlar büyük bir devlet olmayı başardı da diğer beylikler başaramadı ? Bu sorunun da yanıtı aynıdır : Karamanoğlu Beyliği tarihi boyunca “şef ve adamlarından” oluşmuş herkesin birbiriyle bir şekilde akraba olduğu aşiret düzeni içinde kalmayı yeğlemiş ancak Osmanlılar devlet yönetimi oluşturarak profesyonel devşirme memurlar kadrosunu oluşturabilmişlerdir. Yaşayan kurumlar, şeflerin ya da adamlarının buyruklarına göre değil, yasalara ve kendi geleneğini yaratan kurallara bağlı olarak ortaya çıkabilmiştir. Dolayısıyla İslamiyet Öncesi Türk Tarihinde boy sisteminden devlet sistemine geçiş aşaması İslam Dininin kabulünden sonra ilk kez Selçuklularla başlamıştır. Tuğrul Bey, bir “şef” olarak 1040 Dandanakan Savaşını Gaznelilere karşı kazandıktan sonra yaptığı ilk iş bir “gulam ordusu” oluşturmak[1] oldu. Divan kurumu devreye girdi. Ancak Selçukluların bir geçiş dönemi devlet denemesi olduğunu anlıyoruz çünkü 1141’de Katvan Savaşında Moğollara yenildikten hemen sonra güçsüz düştükleri söyleniyor ve son sultan Sencer, kendisine karşı baş kaldıran Oğuzların isyanı sonucu feci şekilde can veriyor. Yani yine güçle boyun eğdirilen bir boy, iktidar zayıflayınca baş kaldırıyor ve konfederasyonu dağıtıyor...
İslamiyet Öncesi Türk Tarihi’ne bu bakış açıyla baktığınızda ortaya düşünülmesi gereken farklı kavramlar çıkıyor.

Tarih boyunca Asya’nın doğusunda meydana gelen göçebe-yerleşik çatışmalarının taraflarından biri yerleşik toplumu oluşturan Çin’di. Çin, Sarı Irmak ve Gök ırmak tarafından sulanan geniş coğrafyasında okyanusla sınırlandığından kaçınılmaz olarak içe doğru yani batıya doğru genişledi. Nüfus arttıkça ya da hanedan kavgaları kızıştıkça batıya doğru genişleme devam etti. Genişledikçe de Çin hükümdarları bozkırların atlı kavimlerinin yaşadığı coğrafyaya adım attılar. Bu topraklarda Çin köylüsünün elindeki pirinçle göçebelerin elindeki hayvansal ürünlerin değişimine dayanan ticaret, zaman zaman büyük çatışmalara dönüştü. Göçebeler arasındaki boy uzlaşmazlıklarının giderilerek , konfederasyon tipi örgütlerin ortaya çıkıp, lider olarak büyük hanların yükselmeye başladığı dönemler genellikle Çin’le yapılan bu ticari geleneğin sekteye uğradığı dönemler olarak görülmektedir.
İşin ilginç yanı birbirinden çok uzak coğrafyalarda benzer süreçlerin yaşanmasıdır. Örneğin Çin gibi yerleşik bir tarım toplumunun göçebelere karşı uyguladığı siyasal taktiklerle, Avrupa kıtasında Roma İmparatorluğunun Ren-Tuna hattının kuzeyinde yaşayan Germen kavimlerine karşı uyguladığı taktiklerin büyük benzerlik göstermesi ilginçtir. Merkezi tarım toplulukları olarak da adlandırabileceğimiz Çin ve Roma İmparatorlukları, kendi sınırları güvence altına almak için sınırlarına yakın yerlerde yaşayan bu kavimlerden bazılarına özel haklar tanıyarak kandaşlarına karşı kullanmışlardır. Hatta askeri savunma sistemlerinde de ilginç benzerlikler göze çarpmaktadır . Çin , göçebe kavimlerin akınlarına karşı ileri karakol binaları inşa etmiş,daha sonra bunları tek bir duvarla birleştirerek ünlü Çin Seddi’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Roma İmparatorluğu ise Ren ve Tuna nehirlerinin güney kıyıları boyunca batıdan doğuya uzanan bir çizgi üzerinde askeri garnizonlarını (lejyonlarını) yerleştirmiş ve zaman zaman nehri geçerek Germen ülkelerinden köle devşirme yoluna gitmiştir.
Türkler hakkındaki ilk bilgileri Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Bu kaynaklarda “turk” adı yalnızca küçük bir grup için kullanılmakta, diğer göçebeler ayrı ayrı anılmaktadır. İkinci olarak İran kaynakları devreye giriyor. Neden böyledir ? Çünkü Türk toplulukları yazılı kültüre adı anılan toplumlardan daha geç katılmışlardır. Dolayısıyla “kendilerini nasıl adlandırdıklarını yada tanımladıklarını bilmiyor, ancak Çin ve İran kaynaklarının tanımlarından” sonuç çıkarmaya çalışıyoruz.
MÖ 3.yy ile MS 8.yy arasında Hazar Denizi, Çin, Sibirya ve Tibet arasında kalan geniş coğrafyada ortaya çıkan bu konfederasyon tipi örgütlenmelerin en büyükleri : Hun (Asya), Hun (Avrupa), Köktürk (Göktürk), Kutluk (II.Göktürk) ve Uygurlar.. Zaman zaman dağılan bu konfederasyonların adeta moleküllerini oluşturan daha küçük boy yada budunların Avrupa, Asya’nın doğu, kuzey ve güneyi, İran platosu üzerinden Suriye ve Anadolu’ya aktıkları biliniyor.
Saydığımız bu büyük örgütlenmelerin dışında adı anılan Macar, Sibir, Bulgar, Oğuz, Kuman, Avar, Peçenek, Kırgız, Türgiş, gibi görece daha kısa sürelerle varlığını duyurmuş olanlar da var...Bu gruplar çeşitli nedenlerle zaman zaman bu sözü edilen konfederasyonlar içinde yer aldılar. Bu konfederasyonların dağılması neticesinde kimi zaman kendi aralarındaki kavgalardan ötürü, kimi zaman da otlakların tüketilmesinden ötürü göç ettiler. Ancak işin ilginç yanı göç ettikleri bölgelerde yerleşiklerin kültürel çekim alanlarına girmeleridir. Örneğin Oğuzlar Arap-İran çekim alanına girip Müslümanlaşırken, Macar, Bulgar, Peçenekler Doğu Avrupa çekim alanına girerek Hıristiyanlaştılar...Bazıları ise Çin’in çekim alanı içinde eridi. Günümüzde halen varlığını sürdüren Kırgız, Özbek, Kazak gibi unsurların Müslümanlaştıkları ve yerleşik toplumlar haline geldikleri biliniyor. Bu grupların günümüze dek varlıklarını sürdürürken ortak dil Türkçe’nin her yerde ayrı bir seyir izlediğini görüyoruz. Nasıl ki Slav kökenli diller konuşan Rus, Bulgar, Sloven, Sırp ve Karadağ’lıların dilleri birbirinden farklılaşmışsa, Türkçe kökenli diller de birbirinden farklılaşmış durumda. Anadolu Türkçesiyle en yakın olan Azeri Türkçesi arasında bile çok büyük farklar var. Velhasıl dünyada Türklerin macerasına benzer maceralar yaşandı. Germenler bugün Alman, İngiliz, Avusturyalı gibi farklı farklı milletlere dönüştülerse, Slavlar bugün, Rus, Sırp, Bulgar, Karadağlı, Sloven gibi farklı milletlere dönüştülerse, Türkler de aynı süreç doğrultusunda Türkiye Türkleri, Kırgız, Azeri, Özbek gibi farklı milletlere dönüştüler...

[1] Gulam ordusu : paralı ve etnik olarak yabancı kökenli askeri grup, Osmanlılarda yeniçeri ocağı da benzer bir yapıya sahipti

MOĞOLLAR-SARI TEHLİKE

https://drive.google.com/file/d/1jbosXfTm3SLJgWd7SQDw878MnXWq2jmC/view?usp=share_link